Prof. Dr. Fuat Sezgin Konferans Salonunda düzenlenen İnsan Hakları Paneli'nin Moderatörlüğünü Prof. Dr. Ersin Erkan’ın yaptı. İnsan Hakları Paneli'ne konuşmacı olarak Cumhuriyet Savcısı Nihal Aydur Çiçek ve Dr. Öğrt. Üyeleri Habibe Temizsu ile Murat Kaya katıldı.
Panele, Belediye Başkan Vekili Sait Kolak, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Hasan Çiftci, akademisyenler, öğrenciler ve vatandaşlar katıldı.
Bingöl Üniversitesi Kadın ve Aile Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi tarafından düzenlenen panelin açılış konuşmasını yapan moderatör Prof. Dr. Ersin Erkan, günümüzde insan haklarının sivil, siyasal ve toplumsal boyutları ile içeriği olan bir kavram ve pratikler alanı olduğunu belirti.
Erkan, “Yaşam hakkı, mülkiyet hakkı, ifade özgürlüğü gibi hakları içeren ilk kuşak haklar ‘sivil haklar’ bağlamında değerlendirilirken; 19’uncu yüzyılda ortaya çıkan evrensel oy hakkı, yönetime katılma gibi haklar ise 'siyasal haklar' olarak düşünülebilir. 20’inci yüzyılın ikinci yarısından itibaren söz konusu haklar yelpazesi eğitim hakkı, çalışma hakkı, sağlık, çevre ve konut hakkı gibi ‘sosyal haklar’ ile genişlemiş ve bütünleştirilmiştir. İnsan hakları doğal, doğuştan gelen, devredilemez ve yok edilemez temel haklardır. Bu temel haklardan yoksunluk, insan dışılığı yaratır. İnsan dışılık, insanın insani yetilerinin yok sayıldığı, insani muamele görme hakkının tanınmadığı, insanın kendine, topluma ve doğaya yabancılaştığı bir durumdur.” dedi.
Panelist Bingöl Cumhuriyet Savcısı Nihal Aydur Çiçek, insan haklarının, insanın doğuşundan itibaren kazandığı haklar olduğunu ifade etti.
Savcı Çiçek, sözlerini şöyle sürdürdü: “Dünyaya geldiğimiz ilk an ağlamaya başlarız. Bu ben geldim, artık ben de varımın sesidir bu. İşte geldiğimiz ilk andan itibaren yanımızda getirdiğimiz, inkâr edilemez, devredilemez, tapusu, mülkiyeti bize ait olandır insan hakları. Bize ait olan bu haklar üzerinden kimsenin söz hakkı ve tasarrufu olamaz. Yeryüzünün en barışçıl silahıdır. Duygular gibi soyuttur ama duygular gibi de herkese aittir. Ve her ne olursa olsun hep vardır. Tıpkı doğa gibidir, yok edilemez. Bize saygı sunar ve bize de başkasına saygı duyma sorumluluğunu yükler. Zira bu haklar, insan olmanın kazandırdığı haklardır. Başkası tarafından verilen bir söze ya da teminata bağlı olarak ya da satın alarak elde ettiğimiz haklar değildir. Bu nedenle ilk insanın dünyaya gelmesi ile var olan bu haklar, bize Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi, Magna Charta veya Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesinden sonra getirilmiş haklar değildir. Bu haklar, bu bildirgelerle sadece tanımlanmış ve tanınmıştır.”
Panelist Dr. Öğrt. Üyesi Habibe Temizsu, İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu'nun Haziran 1948'de hazırladığı ve birkaç değişiklik yapıldıktan sonra 10 Aralık 1948'de, BM Genel Kurulu'nun Paris'te yapılan 183. oturumunda kabul edilen 30 maddelik bildiri olduğunu söyledi.
Temizsu, “İnsan hakları bildirgesin insanlık tarihi sürecinde yaşananların sonucu oluşan bir durum. Kendi kendine oluşan bir durum değil. İlk olarak yazılı kanunlar, M.Ö. Babiller tarafından oluşturulan Hammurabi kanunları. Kanunları, daha çok toplumların yaşadığı ortamlar ve coğrafya şekillendirmiştir. Babillerin çıkardığı ilk kanunlar tarımsal uygulamalar çerçevesinde düşünülmüştür. Çiftçilerin haksızlığa uğramaması için çıkarılmıştır. Bir diğeri de Medine mutabakatıdır. Bu sözleşme modern pek çok tarihçi tarafından tarihleri tespit edilen ilk yazılı yasalar olarak kabul edilmektedir. Mesela en önemlisi İslam tarihinde yer tutan Veda Hutbesi’nde hiçbir ırkın başka bir ırktan üstün olmadığı belirtilmiştir. Veda hutbesinde kadın hakları ve mülkiyet haklarında da çok önemli devrim niteliği taşıyan ifadeler yer alıyor.” diye konuştu.
Dr. Öğrt. Üyesi Murat Kaya ise Batı’da yazılı ilk insan hakları sözleşmesinin 1215 yılındaki Magna Charta olduğunu ifade etti.
Daha sonra 1789 tarihinde Fransa’da Hukuku Beşer’in kabul edildiğini ifade eden Kaya, 1948 yılında da Cihanşümül İnsan Hakları Beyannamesi’nin yayınlandığını belirterek, “Peygamber Efendimiz’in Veda Hutbesi, 1215 yılında imzalanan Magna Charta’dan 583 yıl önce, 1948’deki İnsan Hakları Beyannamesi’nden 1316 yıl öncedir. Veda Hutbesi, ‘Ey İnsanlar’ diye başlar. Ve bu hutbe boyunca yedi sekiz defa tekrar edilmiştir. Bu durum, hutbenin evrensellik yönünü yani bütün insanlara şamil olduğunu ortaya koymaktadır. Evrensel beyannamedir. Hutbe’de Arab’ın Arap olmayandan, Arap olmayanın Arap’a, beyazın siyaha, siyahın da beyaza hiçbir üstünlüğü olmadığının vurgulanması insan haklarına verilen önemdir. ‘Kadınlarınızın sizler üzerinde hakları, sizin kadınlarınız üzerinde haklarınız vardır. Kadınların haklarına riayet konusunda Allah'ın emirlerine yapışın’ sözleri de kadın haklarına ne kadar önem verildiğinin açıkça gösteriyor.” şeklinde konuştu.
Panel, soru ve cevap faslının ardından sona erdi. (İLKHA)