HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, yaptığı haftalık iç gündem değerlendirmesinde; Sakarya’daki patlamalar ve iş güvenliği, İstanbul Sözleşmesi ve ekonomi yönetiminin borçlanma sevdası gibi gündemin öne çıkan başlıklarını masaya yatırdı.
Sakarya’daki patlamalar ve iş güvenliği
Sakarya’da havai fişek fabrikasında yaşanan 2 ayrı patlamaya ilişkin konuşan Sağlam, “Sakarya’daki havai fişek fabrikasında yaşanan iki ayrı patlamada 10 vatandaşımız hayatını kaybetti, onlarcası yaralandı. SGK verilerine göre 2017 yılında en az 1633 işçi hayatını kaybetmiştir. Bu rakamlara sigortalı olmayan işçiler dahil değildir. Türkiye’de meydana gelen iş kazalarının istatistiği Avrupa ve dünya ülkeleriyle kıyaslandığında hiç de iyi bir noktada olduğumuz söylenemez. Patlamaların yaşandığı fabrikada 2009-2020 yılları arasında 7 defa patlama ve yangınların gerçekleşmiş olması düşündürücüdür. Halen yürürlükte bulunan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu iş sağlığı ve güvenliğini belli bir standarda ulaştırmak amacıyla 2012 yılında yasalaştı. Ancak yaşanan kazalar ile acı kayıplar bu yasanın hakkıyla uygulanmadığını, tedbir ve denetimlerin kağıt üzerinde kaldığını göstermektedir. İş güvenliği hakkındaki tedbir ve eğitimler, talimatların altına imza attırmakla sınırlı mefhumlar haline gelmiştir.” dedi.
“Devletin sorumluluğu yasal düzenleme yapmakla sınırlı değildir”
İş güvenliği konusunda uzman kişilerin istihdam edilmesi gerektiğini söyleyen Sağlam, “Devletin sorumluluğu yasal düzenleme yapmakla sınırlı değildir; yasanın uygulanmasını denetlemeyi ve aksaklıkları düzeltmeyi de kapsamaktadır. İş güvenliği denetçileri patron, müdür veya amirlerden bağımsız olarak çalışmalıdır. Ülkenin tamamında küçük işyerlerinden en büyük holdinglere kadar, bağımsız, şeffaf ve süreklilik arz edecek, yaşam hakkını koruma altına alacak bir denetim mekanizması kurulmalıdır. Bunun için de işin ehli, alanında yetkin ve donanımlı yeteri kadar uzman istihdam edilmelidir.” ifadelerine yer verdi.
“İstanbul Sözleşmesine atılan imza geri çekilmelidir”
İstanbul Sözleşmesinin feshedilmesi gerektiğine dikkat çeken Sağlam, “İstanbul Sözleşmesinin yürürlüğe girmesi ile birlikte kadın, erkek ve çocuklar arasında hayatı paylaşmak ve geleceği inşa etmek üzere fıtrata uygun kurulan denge yıktırılmış, aile mahremiyetinin içine polis, savcı ve hâkimler dâhil edilmiştir. Bu durum evliliği itici hale getirmiş, ünsiyet ve sadakatin yerini resmi zorunluluklar almıştır. ETCEP projesi hala devam ettirilmektedir. Kadına yönelik şiddeti önlemek gerekçesiyle imzalanan sözleşmenin kabul edildiği tarihten bu yana şiddeti önlemeye yönelik sağlıklı bir adım atılmamıştır. Bu alan neredeyse tamamen feministlere bırakılmış, kadınlar daha fazla yalnızlaştırılmıştır. Cumhurbaşkanı Erdoğan‘ın bu sözleşmenin nas olmadığına dair sözleri ve Numan Kurtulmuş'un ‘usulünce çıkılabilir’ ifadesi sözleşmenin feshedilmesi yönünde ciddi bir toplumsal beklenti oluşturmuştur.” dedi.
“Bu yanlıştan bir an önce dönülmeli ve atılan imza geri çekilmelidir”
Sözleşmenin, bizatihi kadına şiddetin zeminini oluşturduğuna dikkati çeken Sağlam, şöyle devam etti: “Sapkın anlayışları yasal zemine oturtan ve her türlü cinsel sapkınlığı koruma altına alan bu sözleşmenin, Cumhurbaşkanının ve diğer yetkililerin sözlerine rağmen hala bazı AK Partili kadın milletvekilleri tarafından hararetle savunulması, iktidar partisinin kafa karışıklığını ortaya koyması açısından dikkat çekicidir. Bu konu daha fazla siyasete malzeme yapılmamalı ve suiistimal edilmesine müsaade edilmemelidir. Kadına karşı şiddeti önleme gibi makul ve meşru bir gerekçeye dayandırılan Sözleşme, bizatihi kadına karşı şiddet ve cinayetlere gerekçe oluşturmanın yanında genel ahlak ve değerleri yok eden bir zemin oluşturmuştur. Zaten sözleşmenin asıl amacı da budur. Bu yanlıştan bir an önce dönülmeli ve atılan imza geri çekilmelidir.”
Ekonomi yönetiminin borçlanma sevdası
Türkiye’nin temel sorunlarından biri olan dış borç sorununa dair görüşlerini sunan Sağlam, “Dış borçlar Türkiye’nin ekonomisini ciddi anlamda olumsuz etkilemeye devam etmektedir. Küresel kapitalist paradigmanın hüküm sürdüğü günümüzde gelişmekte olan ülkeler ve Türkiye’nin temel sorunlarından biri dış borç sorunudur. Devletin borçlanma nedeni olarak katma değeri yüksek yatırım, üretim ve istihdam için kaynak temini olarak izah edilmektedir. Ancak bu krediler amacı dışında, daha çok tüketim amaçlı kullanılmıştır. Bunun yanında ‘ödemeler dengesi açığı-bütçe açıkları’ ve eski faizli borçları finanse etmek için kullanılmıştır. Yani borç ödemek için borç alınmaktadır.” dedi.
“Açıklanan istatistiksel veriler Türkiye ekonomisinin ağır bir kriz içinde olduğunu göstermektedir”
Türkiye ekonomisinin ağır bir kriz içinde olduğuna işaret eden Sağlam değerlendirmesini şöyle bitirdi:
“Bu nedenle ekonomi rahatlamamış, bireylerin, şirketlerin ve devletin borcu katlanarak büyümüştür. Açıklanan istatistiksel veriler Türkiye ekonomisinin ağır bir kriz içinde olduğunu göstermektedir. Eylül 2019 itibariyle toplam hane halkı borcu; 621 milyar TL'ye ulaşmış, bunun yüzde 90'ını (558 milyar TL) sadece bankalara olan borçlar oluşturmaktadır. 2020 yılının ilk çeyreğine dair açıklanan verilere göre Türkiye’nin Brüt Dış Borç Stoku 431 milyar $ ile GSYH'nın yüzde 56,9’una ulaşmıştır. Bunun 253,5 milyar doları özel sektörün borcudur. TCMB’nin döviz rezervi ise yaklaşık 53 milyar $ ile son 10 yılın en düşük seviyesindedir. Türkiye’yi ekonomik ve politik olarak bağımlı hale getirerek henüz doğmamış çocukları dahi borçlu kılan aşırı borçlanmadan vazgeçilmeli, ülkenin kendi potansiyeli devreye sokulmalıdır. Finans kurumlarındaki aşırı kâr güdüsü minimize edilerek reel sektör üretken hale getirilmelidir.”(İLKHA)