11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul'da imzaya açılan, 14 Mart 2012'de Meclis'te kabul edilen, 1 Ağustos 2014 tarihinde de yürürlüğe giren "Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadele Hakkındaki Avrupa Konseyi Sözleşmesi" olarak bilinen İstanbul Sözleşmesi, ailede ve toplumda yıkımlar oluşturması nedeniyle gündemdeki yerini koruyor.
Türkiye Düşünce Platformu ve Türkiye Hukukçular Meclisi, Batılı değerlerin temel alınarak toplumsal dinamiklerin göz ardı edildiği İstanbul Sözleşmesi'nin oluşturduğu tahribatı gözler önüne seren sözleşmenin bilinmeyenlerini, tüyler ürperten yönlerini rapor şeklinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'a sundu.
Raporda; İstanbul Sözleşmesi'nde yer alan "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" politikalarının toplumsal zararlara yol açması nedeniyle birçok ülke tarafından yürürlükten kaldırıldığı, 11 ülke tarafından ise sözleşmeye "çekince" konulduğu hatırlatıldı.
Raporda; İstanbul Sözleşmesi'nde, kavramların değersizleştirildiği, her türlü cinsel sapma hareketinin "cinsel yönelim" kavramı ile meşrulaştırıldığı, ahlaki veya toplumsal yaptırımlardan muaf tutulduğuna dikkat çekildi.
Uygulanmaya devamı halinde yol açacağı hukuki, ahlaki ve toplumsal sonuçlar dikkate alındığında İstanbul Sözleşmesi'nin, Türkiye tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreterliği'ne yapılacak bir bildirimle feshedilmesinin yerinde olacağı kaydedildi.
"İleride ciddi psikososyal ve ahlaki arızalara yol açabilecektir"
Başka ülkelerin sosyal ve kültürel değerlerinin Türkiye'ye empoze edilmesinin büyük sorunları beraberinde getireceği belirtilen raporda, "Sayın Cumhurbaşkanım; sizlerin de malumları olduğu üzere, bir toplumun ailevi, sosyal ve kültürel değerlerini düzenlemede başka bir ülke veya toplum tarafından geliştirilmiş politikaların ülkemize bir bakıma empoze edilmesi ileride ciddi psikososyal ve ahlaki arızalara yol açabilecektir. Takdir yüce makamınızındır. İstanbul Sözleşmesi'nin amacının kadına karşı şiddeti, aile (ev) içi şiddeti önlemek olduğu belirtilse de kadın ve erkeklerin kendi toplumlarının, gelenek ve inançlarının yüklediği rollerden sıyrılarak ele alınması gerektiğine yönelik bir zihniyet değişikliğini de içerdiği sözleşmenin önsözünden, hükümlerinden ve özellikle kullanılan kavramlardan anlaşılmaktadır. İstanbul Sözleşmesi ile 'cinsel yönelim', 'toplumsal cinsiyet', 'ev içi şiddet' ve benzeri kavramlar kabul edilmiş; uluslararası hukukun koruma alanına dahil edilen bu kavramlar üzerinden verilecek hak mücadelesinin önü açılmıştır." denildi.
"İstanbul Sözleşmesi'nin feshedilmesi yerinde olacaktır"
Toplumun temelini oluşturan aile hakkında çeşitli düzenlemeler içeren İstanbul Sözleşmesi'nin; toplumun din, dil, inanç, örf, gelenek gibi değerlerini tamamen rafa kaldırdığının vurgulandığı raporda şu ifadelere yer verildi:
Kadını ve erkeği içinde bulunduğu toplumun değerlerinden soyutlamakta ve tüm toplumlara bu konuda tek tip bir anlayışı dayatmakta; bu özelliği ile kadın ve erkek ilişkilerinde sonu 'cinsiyetsizliğe' varan bir ideolojiyi, sözleşmeyi imzalayan devletlere kabul ettirmeye çalışmaktadır. Sözleşmenin uygulanmaya devamı halinde yol açacağı hukuki, ahlaki ve toplumsal sonuçlar dikkate alındığında İstanbul Sözleşmesi'nin Türkiye tarafından Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine yapılacak bir bildirimle feshedilmesinin yerinde olacağı kanaatindeyiz. Sözleşmenin feshedilmesinin yerinde olduğuna dair kanaatimizi belirtmekle birlikte ülkemizde şiddet olaylarının artmakta olduğunu gözlemlemekte; sözleşmenin feshedilmesi ile birlikte iç hukukumuzda toplumumuzun ahlaki, geleneksel, kültürel yapısı ile uyumlu şekilde dini hassasiyetler de gözetilerek ve gerekli düzenleme yapılarak bu alandaki hukuki boşluğun doldurulması gerektiğini düşünmekteyiz.
"Amaç, üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir"
Özellikle son zamanlarda aile, eğitim ve gençlikle ilgili toplumda ortaya çıkan hızlı bazı gelişmeler ve değişimlerin; bazı kesimler tarafından istismar edilerek hükümete, bakanlıklara ve siyasi iktidara yüklenme ve yıpratma aracı haline dönüştüğüne dikkat çekilen raporda, "Elbette ki bir toplumda dönüşüm ve değişimin olumsuz sonuçlarında yasa, kanun ve diğer birçok siyasi argümanın etkisi kaçınılmaz biçimde gözlenir. Ancak bu noktada yürütülen tartışmaların ve buna bağlı olarak gerçekleşen yıpratma çalışmalarının önemli bir bölümünde amaç, üzüm yemek değil bağcıyı dövmektir. Siyasi olarak yapılacak bazı değişikliklerle bu istismarların önüne geçilebilecektir. Bazı aile, eğitim ve gençlik politikalarının pedagojik, kültürel ve ahlaki açıdan gözden geçirilmesi ve bir kısmının revize edilerek bir kısmının da yürürlükten kaldırılması ve bir kısım yeni politikaların hayata geçirilmesi ihtiyacı gözlemlenmektedir. Toplumda özellikle tepki çeken önemli politikalardan birisi İstanbul Sözleşmesi'dir. Çok detaya girmeden tepki çeken önemli faktörler üzerinden bir okuma yapmak mümkündür. Hususiyetle sözleşmede yer alan toplumsal cinsiyet eşitliğinin bir tezahürü olan, 'Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi' özellikle toplumumuzun büyük bir kesimini kapsayan dindar ve muhafazakâr camia tarafından şiddetle eleştirilmektedir. Nitekim bir süre önce MEB bu tepkileri gözlemleyerek 'toplumsal cinsiyet eşitliği' ile ilgili faaliyetlerin sona erdirildiğini duyurmuştur." ifadelerine yer verildi.
"Birçok ülke 'toplumsal cinsiyet eşitliği' politikalarını yürürlükten kaldırmıştır"
"Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" konusunda toplumun ciddi bir teyakkuz halinde olduğunun altı çizilen raporda şu ifadeler kullanıldı:
Zira bu projenin kadın-erkek eşitliğini sağlamaktan ziyade toplumun din, sosyal ve kültürel kodlarıyla oynamayı hedeflediğine inanılmaktadır. Bu bilgilere sahip birçok ülke, toplumsal cinsiyet eşitliği politikalarını yürürlükten kaldırmıştır. En son Macaristan, Romanya ve Bulgaristan'da bu tür çalışmalara son verilmiştir. Günümüzde global bir proje olan üçüncü cinsiyet oluşturma akımı tüm hızıyla uluslararası çapta devam etmekteyken, toplumsal cinsiyet eşitliğinin ilahiyat fakülteleri ve birçok fakültede seçmeli ders olarak okutulmasına karşı toplumda ciddi bir bariyer oluşmuştur. Kadınların giderek daha maskülen, erkeklerin ise daha feminen bir davranış şablonuna doğru kaydığını doğal bir gözlemle görmekteyiz, bu ise cinsiyet eşitliği değil cinsiyetsizleştirme ve androjen bir insan tipinin ortaya çıkmasıyla açıklanabilmektedir. Bu önemli bir tepkinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
"Sözleşmede kavramlar değersizleştirilmiştir"
Raporun devamında, "Yine sözleşmede kavramların tanımlarında, 'ayırımcılık nedenleri' ortaya konulurken, toplum, din, kültür, örf, âdet, gelenek, görenek, töre, namus, edep, ahlâk ve aile gibi kavramların tartışmaya açılması ve bunların değersizleştirilmesi de önemli bir eleştiri konusudur. Bu kavramların cinayet, şiddet ve eşitsizliğin kökeni olarak gösterilmesi samimi bir çaba olarak algılanmak yerine toplumu köklerinden koparma girişimi olarak görülmektedir. Ayrıca töre cinayeti, namus cinayeti gibi kavramsallaştırmaların da iyi niyetli olmaktan çok toplumu ayakta tutan değerlerin itibarını azaltmaya yönelik olduğu düşünülmektedir.
Sayın Cumhurbaşkanımız, bilindiği üzere İstanbul Sözleşmesi imzalandığı günden bugüne kadar toplumun bir kesimi tarafından koşulsuz şartsız kabul görmüş, bir kesimi tarafından ise çok sert eleştirilere tabi tutulmuştur. Biz ise bu rapor aracılığı ile sözleşmenin imzalanma sürecinden bu yana ortaya çıkan ve sözleşme ekseninde giderek büyüyen hukuki tartışmaları aydınlatmayı amaç edinmekteyiz. Bu kapsamda sırası ile; sözleşmenin imzalanmasına, sözleşmenin amacına, sözleşmedeki çeviri hatalarına ve hukuki sonuçlarına, sözleşmede yer alan bazı kavram ve hükümlere; bunların hukuki sonuçlarına, bir kısım ülkelerin sözleşmeye karşı tavır ve tutumlarına değineceğiz." denildi.
"11 ülke sözleşmeye çekince koydu, Türkiye ise imzaladı!"
Raporda Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesini (İstanbul Sözleşmesi) Avrupa Konseyi üyesi 46 ülke imzaladığı, 34 ülkenin sözleşmeyi imzalayıp onayladığı, 11 ülkenin ise sözleşmeye çekince koyduğu aktarıldı.
Türkiye'nin ise İstanbul Sözleşmesini 11 Mayıs 2011 tarihinde imzaladığı ve sözleşmeyi imzalayan ilk ülke olduğu belirtilen raporda, şöyle denildi: "Sözleşmeye herhangi bir çekince koymamıştır. Ülkemizin 14 Mart 2012 tarihinde onayladığı sözleşme 1 Ağustos 2014 tarihinde yürürlüğe girmiştir. İstanbul Sözleşmesinin amacı sözleşmede ifade edildiği şekli ile; kadınları her türlü şiddete karşı korumak ve kadına karşı şiddeti ve aile (ev) içi şiddeti önlemek, kovuşturmak ve ortadan kaldırmak; kadına karşı her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında önemli ölçüde eşitliği yaygınlaştırmak; kadına karşı şiddet ve aile (ev) içi şiddetin tüm mağdurlarının korunması ve bunlara yardım edilmesi için kapsamlı bir çerçeve, politika ve tedbirler tasarlamak; kadına karşı şiddet ve aile (ev) içi şiddetin ortadan kaldırılması için bütüncül bir yaklaşımın benimsenmesi maksadıyla kuruluşların ve kolluk kuvvetleri birimlerinin birbiriyle etkili bir biçimde işbirliği yapmalarına destek ve yardım sağlamaktır."
"Sözleşmede kullanılan kavramlar, muğlak ifadeler nedeniyle toplum yapısı değiştirilmeye çalışılmıştır"
Raporun devamında, "Sözleşmede her ne kadar sözleşmenin temel amacının kadına karşı şiddetin ve bilhassa aile (ev) içi şiddetin önlenmesi olduğu ifade edilse de kullanılan kavramlar ve muğlak ifadeler nedeni ile bu amaca hizmet etmenin ötesinde toplum yapısını tamamı ile değiştirme ve şimdiye kadar kabul edilmeyen bazı kavramları uluslararası hukukun ve devamında sözleşmeyi imzalayan ülkenin iç hukukunun koruma alanına dahil etme amacına hizmet ettiği aşağıda detaylı olarak izah edilecektir. Ayrıca belirtmek gerekir ki sözleşmenin amacına vurgu yapılan bu maddede tam 9 kez şiddet kelimesi geçmekte iken sözleşmenin herhangi bir yerinde şiddetin tanımı yapılmamıştır. Oysa uluslararası sözleşmeler düzenlendiği alana dair tanımlamalarını tam ve eksiksiz ve net olarak bir şekilde yapmalıdırlar. Çünkü uluslararası sözleşmeler genel çerçeveyi oluşturur ve imzalayan ülkeler bu sözleşmedeki tanımlamalardan yararlanarak iç hukukta düzenlemelerini yaparlar." denildi.
"Çeviri hataları nedeni ile bu sözleşmeye kadar kabul edilmeyen çeşitli kavramlar yumuşak bir görünüme kavuşarak kabul edilmiş!"
Sözleşme Türkçeye çevrilirken çeşitli çeviri hatalarının yapıldığına dikkat çekilen raporda şu ifadelere yer verildi: "Ancak Türkiye'nin de taraf olduğu 1969 tarihli Antlaşmalar Hukuku Hakkında Viyana Sözleşmesi gereğince Türkiye açısından bağlayıcı olan metin hatalı veya eksik Türkçe çeviriler değil orijinal metinlerdir. Çeviri hataları nedeni ile bu sözleşmeye kadar kabul edilmeyen çeşitli kavramlar yumuşak bir görünüme kavuşarak kabul edilmiş ve uluslararası boyutta hukuki koruma kazanmıştır. Bu çeviri hatalarının birkaçına değinmek gerekirse; Sözleşmenin Türkçe metni ile İngilizce metni karşılaştırıldığında sözleşmenin orijinal isminin 'Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi' olduğu; fakat Türkçe'ye çevrilirken 'Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi' olarak çevrildiği görülmektedir. Bu hali ile 'aile içi' yerine 'ev içi' kavramı kabul edilmiş olmakta; bunun sonucu olarak da evlilik veya akrabalık ilişkileri dışındaki partner, sevgili, farklı cinsel eğilimli kişilerin yaşamış olduğu birliktelikler de asıl maksadın dışına çıkılarak hukuki koruma alanına dahil edilmiş olmaktadır."
"Türkçe çeviri ile sadece evli çiftler arasındaki şiddetin yasaklanmak istendiği izlenimi verilmekte"
Sözleşmenin İngilizce metninde yer alan 'ev içi şiddet' ibaresi 'aile içi şiddet' olarak; 'ev içinde' ibaresi 'aile birliğinde'; 'eşler veya partnerler arasındaki şiddet' ibaresi 'eşler veya ebeveynler arasındaki şiddet' şeklinde Türkçeye çevrildiğine işaret edilen raporda, "Yukarıda örneklenen çeviri hataları nedeni ile sözleşme ana metinde evli veya evli olmayan tüm çiftler arasındaki şiddeti yasaklamasına rağmen, Türkçe çevirisi ile sadece evli çiftler arasındaki şiddetin yasaklanmak istendiği izlenimi verilmekte, farklı cinsel kimlik anlayışlarının ve evlilik dışı birlikteliklerin hukuki koruma alanına dahil edildiği görülememekte; bu hali ile sözleşmedeki hükümler yumuşak bir görünüme kavuşmakta ve sözleşmenin görünen beyanının ardındaki amacını görmemiz engellenmektedir. Ancak sözleşmenin evli veya evli olmayan tüm çiftleri koruma altına aldığı; tüm bu çiftlerin hukuki varlığını kabul ettiği açıkça görülmektedir." vurgusu yapıldı.
Raporda, "Sözleşmenin giriş kısmında 'kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin toplumsal cinsiyete dayandığını ve kadına karşı şiddetin, kadınların erkeklere nazaran daha ast bir konuma zorlandıkları en önemli sosyal mekanizmalardan biri olduğunun bilincinde olarak;' cümlesi yer almakta; kadına karşı şiddetin yapısal özelliğinin hangi nedenler veya veriler nedeni ile toplumsal cinsiyete dayandırıldığı hiçbir şekilde belirtilmemektedir. Sözleşmenin asıl ve nihai amacının kadına karşı şiddetin ve aile (ev) içi şiddetin önlenmesi olarak kabul edildiğinde sözleşmede şiddetin kaynağının toplumsal cinsiyete dayandırılmış olmasına rağmen bu hususun nedenlerine yer verilmemesi; sözleşmenin herhangi bir kısmında şiddetin tanımının yapılmaması, sadece şiddetin türlerinin sayılmasıyla yetinilmesi sözleşmeye hakim olan belirsizliğin en net göstergesidir." denildi.
"Sözleşmede ayrımcılığın tanımı yapılmamakta"
Sözleşmenin kadına yönelik şiddet ile aile (ev) içi şiddet mağdurlarını kapsadığı belirtilen raporda, "Sözleşmeye göre 'mağdur', 'kadına karşı şiddet' ve 'aile (ev) içi şiddet'e maruz kalan gerçek kişi anlamına gelmektedir. 'Kadına yönelik şiddet', bir insan hakları ihlali ve kadınlara yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak anlaşılmaktadır. 'Aile (ev) içi şiddet' ise aile (ev) içerisinde veya hanede, mağdur faille aynı evi paylaşsa da eski veya şimdiki eşler veya partnerler arasında meydana gelen her türlü fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik şiddet eylemi anlamına gelir. Sözleşmeye göre 'kadın' kelimesi 18 yaşın altıdaki kız çocuklarını da kapsar. Sözleşmede kadına yönelik şiddet kadına yönelik ayrımcılığın bir biçimi olarak ifade edilirken ayrımcılığın tanımı yapılmamakta; hangi fiil veya durumların ayrımcılık olarak kabul edileceği açıklanmamaktadır." ifadelerine yer verildi.
"Bu haliyle sözleşmeyi oluşturan zihnin cinsiyetsizliğe varan cinsiyet algısının uygulanmak istendiği de aşikârdır"
Sözleşmede mevzuatta daha önce yer almayan 'toplumsal cinsiyet' ve 'cinsel yönelim' kavramlarına da yer verildiği kaydedilen raporda, şu değerlendirmelerde bulunuldu: "Toplumsal cinsiyet' kavramını; herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak tanımlamaktadır. Bu tanımlamalar ile ülkemizde var olan ve olması gereken sosyal ve kültürel olarak oluşmuş cinsiyet algısının tamamı ile silinmek istemekte ve bunu nasıl ve ne dereceye kadar yapılacağını da belirtmemektedir. Bu haliyle sözleşmeyi oluşturan zihnin cinsiyetsizliğe varan cinsiyet algısının uygulanmak istendiği de aşikardır. Sözleşmede '…mağdurların haklarını korumaya yönelik tedbirlerin, cinsiyet, toplumsal cinsiyet, ırk, renk, dil, din, siyasi veya başka tür görüş, ulusal veya sosyal köken, bir ulusal azınlıkla bağlantılı olma, mülk, doğum, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği, sağlık durumu, engellilik, medeni hal, göçmen veya mülteci statüsü veya başka bir statü gibi, herhangi bir temele dayalı olarak ayrımcılık yapılmaksızın uygulanmasını temin edeceklerdir.' hükmü yer almaktadır."
"Sözleşme her türlü cinsel sapma hareketini cinsel yönelim kavramı ile meşrulaştırmakta ve ahlaki veya toplumsal yaptırımlardan dahi muaf tutmaktadır"
Raporun devamında, "Maddede mağdurların haklarının cinsel yönelimden ve toplumsal cinsiyet kimliğinden bağımsız korunması gerektiği vurgulanmakta, söz konusu tanımlamalar ile LGTBİ (eşcinsel ve benzerleri) bireyler de İstanbul Sözleşmesi'nin sağladığı koruma kapsamına dahil edilmekte; toplumun temellerini oluşturan dil, din, siyasi veya başka görüşlerin geri plana atılması gerektiği ve hatta sözleşmenin devamında sözleşmenin oluşturduğu bir kavram olan toplumsal cinsiyeti hiçe sayan değerlerin kökünün kazınması gerektiği zikredilmektedir. Bu hali ile sözleşme her türlü cinsel sapma hareketini cinsel yönelim kavramı ile meşrulaştırmakta ve ahlaki veya toplumsal yaptırımlardan dahi muaf tutmaktadır. Sözleşmede '…bu sözleşmenin uygulanmasına ve sözleşme hükümlerinin etkilerinin değerlendirilmesine bir toplumsal cinsiyet bakış açısı katacak ve kadınlarla erkekler arasında eşitliğe ve kadınların güçlendirilmesine ilişkin politikalarını yaygınlaştıracak ve etkili bir biçimde uygulayacaklardır.' hükmü yer almaktadır. Bu hüküm ile birlikte toplumsal cinsiyet kavramı kabul edilmekle kalmamakta, sözleşmeyi imzalayan ülkelerde toplumsal cinsiyet bakış açısının oluşturulması ve bu bakış açısı ile birlikte sözleşmenin uygulanması ve etkilerinin değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmaktadır." denildi.
"Toplumsal cinsiyet bakış açısının yerleştirilmesi çalışılmakta"
Raporun devamında şu ifadelere yer verildi: "Bu halde sözleşmenin şiddet konusunu çözüme kavuşturmanın ötesinde sözleşmeyi uygulayan ülkelere sözleşmeyi oluşturan iradenin ürettiği ve tanımı muğlak olan ve sinsi bir görünüm arz eden toplumsal cinsiyet bakış açısının yerleştirilmeye çalışıldığı açıktır. 'Taraflar kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır.' Sözleşmenin bu maddesi toplumun esas öğeleri olan töre, gelenek ve diğer uygulamaları tamamıyla silmeyi, sözleşmeyi uygulayan ve denetleyen iradenin tek tip algısını toplumlara kabul ettirmeyi amaçlamaktadır. Kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının ne yönde ve nasıl değiştirileceği hususu ise tamamıyla belirsizdir. Ayrıca sözleşme, bu maddesi ile sözleşmeyi imzalayacak ülkelerde, kadının daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesini, bir ön şart olarak kabul edilmesine de sebep olmakta; böylece onların kabul etmiş olduğu bu durum sinsi bir şekilde sözleşmeyi imzalayan ülkelere, kendi parlamentolarının onayı ile tasdik ettirmiş olmaktadır."
"Nesiller bu sözleşmenin ideolojisi ile eğitilecek!"
Sözleşmenin kadın ve erkek arasındaki ayrımcılık yasağının yanı sıra, aynı veya farklı cins "partnerler" arasındaki şiddet fiillerini de kapsamına almasının, toplumların geleneksel evlilik ve aile anlayışını değiştirmeye yönelik bir yükümlülük getirdiğine vurgu yapılan rapora şöyle devam edildi:
İstanbul Sözleşmesi 'Cinsel Yönelim' ifadesi ile LGBTİ bireylerin bu cinsel tercihleri nedeni ile sadece şiddete uğramasını yasaklamakla kalmamakta, aynı zamanda bu tercihlerini uluslararası hukukun himayesine alarak tanınması gerekliliğini ortaya çıkarmaktadır. Sözleşmenin eğitim başlıklı maddesinde tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri almaları gerektiği vurgulanmıştır. Hükümden anlaşılacağı üzere toplumsal cinsiyet rolleri de dâhil olmak üzere sözleşmenin fikri altyapısı ve kullanılan kavramlar eğitim sürecine dahil edilecek ve nesiller bu sözleşmenin ideolojisi ile eğitilecek, bu sözleşmenin imzalanmasına kadar toplumda yer bulmayan ve hatta karşı çıkılan kavramların kullanılması çocukluk çağından itibaren normalleştirilecek ve devamında aile mefhumu bu kavramlar üzerinden inşa edilecektir.
"Medyanın standartlarının ve kurallarının da bu sözleşme etrafında şekillendirilmesi taraf devletlerin sorumluluk alanına dâhil edilmektedir"
Taraf devletler sözleşmede belirtilen ilkelerin yaygın eğitimin yanı sıra, spor, kültür ve eğlence tesislerinde ve medyada yaygınlaştırılmasına yönelik gerekli tedbirleri almak yükümlülüğü altında olduğu belirtilen raporda, şunları kaydedildi:
Bu durum sözleşmeyi oluşturan, toplumun cinsiyet ve aile yapısını değiştirmeye yönelik fikri olguları yaşamın her alanına dâhil edilmesinin; toplumun tamamı ile bu sözleşme etrafında şekillendirilmek istenmesinin esas amaç olduğunu gözle görünür şekilde ortaya koymaktadır. Sözleşme bu amaç doğrultusunda profesyonel kadroların eğitilmesini de taraf devletlere yükümlülük olarak yüklemektedir. Sözleşmede taraf devletlerin ileride meydana gelecek şiddet olaylarını önleme ve şiddete dayalı davranış kalıplarını değiştirme amacıyla, aile içi şiddet girişiminde bulunanlar için, kişisel ilişkilerde şiddete başvurmayan davranışlar benimsemeyi öğretmeye; cinsel suç işleyenlerin yeniden suç işlemelerini önlemeye yönelik eğitim programları oluşturulmasını veya desteklenmesini mümkün kılacak gerekli yasal veya diğer tedbirleri alması gerektiği belirtilmiştir. 'Taraflar, özel sektörü, bilgi ve iletişim teknolojisi sektörünü ve medyayı, bu sektörlerin ifade özgürlüğüne ve bağımsızlığına gerekli saygıyı göstererek, kadına yönelik şiddeti önlemeye ve kadın onuruna saygıyı arttırmaya yönelik politikaların oluşturulmasına ve uygulanmasına ve bu konularda kılavuzların oluşturulmasına ve kendi kendini düzenleyici standartların belirlenmesine katılmaya teşvik edecektir. Taraflar özel sektör aktörleriyle işbirliği içinde, çocuklar, anne babalar ve eğitimciler arasında, zararlı olabilecek, cinsel ve şiddet içeren aşağılayıcı içeriklere erişim sağlayan bilgi ve iletişim ortamıyla nasıl baş edileceğine yönelik beceriler geliştirip yaygınlaştıracaktır.' Bu hüküm ile birlikte sözleşmede yer alan kavramların medya alanına da dâhil edilmesi, medya aracılığı ile yaygınlaştırılması ve hatta medyanın standartlarının ve kurallarının da bu sözleşme etrafında şekillendirilmesi taraf devletlerin sorumluluk alanına dâhil edilmektedir.
"Madde, eşler arasında uzlaşmaya varılarak aile kurumunun yaşamaya devamını engellemektedir"
"Sözleşme; fiziksel, psikolojik, cinsel ve ekonomik şiddetin her türünü yasaklamaktadır." denilen raporda, "Sözleşme ayrıca psikolojik şiddeti, tacizi, fiziksel şiddeti, tecavüz dâhil cinsel şiddeti, zorla evlendirmeyi, kadın sünnetini, zorla kürtaj ve kısırlaştırmayı ve cinsel tacizi tanımlamaktadır. Sözleşme bu fiillerden cinsel tacizle ilgili olarak taraflara cezai veya diğer bir yaptırıma tabi tutmak bakımından yetki vermektedir. Diğer fiillerin taraf devletlerce suç olarak tanımlanması öngörülmektedir. Fiziksel şiddet dışındaki şiddet türlerinin kapsama alanı hakkında bilgi verilmemektedir. Sözleşme bu suçlardan fiziksel şiddet, zorla evlendirme, kadın sünnetini, zorla kürtaj ve kısırlaştırma suçlarının ülkede işlenmesi halinde bu suçların soruşturma ve kovuşturmasının şikâyete bağlı olmamasını, şikâyet geri alınsa dahi kovuşturmanın devam ettirilmesini sağlama yükümlülüğü getirmektedir. Sözleşme kapsamında yer alan her türlü şiddet olayıyla ilgili olarak, arabuluculuk ve uzlaştırma da dâhil olmak üzere, zorunlu anlaşmazlık giderme alternatif süreçleri yasaklanmıştır. Bu madde toplumumuzun genel kodlarına, örf, adet ve geleneklerine yerleşmiş olan ve olumlu sonuçlar veren; yeri geldiğinde dağılacak bir aileyi huzura kavuşturan, şiddet olayının tez elden ve kalıcı olarak giderilmesini sağlayabilen uzlaşma veya alternatif süreçlerin işletilmesi yolunu yasaklamakta; eşler arasında uzlaşmaya varılarak aile kurumunun yaşamaya devamını engellemektedir." denildi.
"LGBTİ, cinsel yönelim kavramları üzerinden verilecek olan hak mücadelesine zemin oluşturulmakta"
Sözleşmede taraf devletlere mağdurlara yönelik alınması gereken tedbirler bakımından da pek çok yükümlülük getirildiğine işaret edilen raporda, "Sözleşmeye göre taraflar ani tehlike durumlarında ilgili yetkililerin aile içi şiddet failine yeterli bir süre zarfında mağdurun veya risk altındaki kişinin ikamet ettiği bölgeyi terk etmesini emretme ve failin, mağdurun veya risk altındaki kişinin ikamet bölgesine girmesini veya irtibat kurmasını yasaklamak üzere gerekli hukuki veya diğer tedbirleri almakla yükümlüdür. Sözleşmenin taraflarca etkili bir şekilde uygulanmasını sağlamak amacıyla özel bir izleme mekanizması da kurulmaktadır. İzleme mekanizmasında; kadına yönelik şiddet ve aile (ev) içi şiddete karşı eylem uzman grubu ve taraflar komitesi bulunmaktadır. Bu izleme mekanizması ile komite Türkiye'de nerede ve nasıl şiddet olaylarının olduğunu, hatta hangi bölgede cinsel yönelime/LGBTİ'ye karşı çıkıldığını gözlemleyecek ve buna karşı önlem alacaktır. Görüldüğü üzere sözleşme bu kavramları sadece kavram olarak kabul etmemekte; bu kavramlar üzerinden toplumun aile ve cinsiyet yapısı hakkında verileri toplamakta, LGBTİ, cinsel yönelim kavramları üzerinden verilecek olan hak mücadelesine zemin oluşturmakta; aksi durumlarda bir komite ile bu hususun tahsisi için devreye girmektedir." diye kaydedildi.
"Avrupa ülkeleri sözleşmeye karşı çıkmıştır"
Raporda son olarak şu ifadelere yer verildi: "Macaristan Parlamentosunda hükümete İstanbul Sözleşmesi'ni onaylamaması yönünde çağrı yapan siyasi deklarasyon 5 Mayıs 2020'de kabul edilmiştir ve sözleşmenin yürürlüğe girmesi bu şekilde engellenmiştir. Rusya ev içi şiddet ifadesinde taraflar aynı cinsten olabileceği kabul edildiğinden sözleşmeye karşı çıkmıştır. İsveç ve İngiltere ise kadına uygulanan her şiddeti insan hakları ihlali olarak görmenin sakıncalı olduğunu vurgulamıştır. Bulgaristan 2018 yılında sözleşmeyi reddetmiş, Anayasa Mahkemesi sözleşmenin Bulgaristan Anayasası'na aykırı olduğuna hükmetmiştir. Hırvatistan sözleşmenin eşcinsel evliliklerin hukuken tanınmasına imkân tanıyacağı, cinsiyet ideolojisini üretmek istediği ve bu nedenlerle Hristiyan değerlerine aykırı olduğu gerekçesiyle güçlü bir direniş göstermiştir. Almanya, mevcut hukuklarında ailenin önemi ve insani nedenlerle oturma izinlerini ön koşulları ve yasal sonuçları farklılığı gerekçesi ile 59. maddesini uygulamama hakkını saklı tutarak sözleşmeyi ancak Şubat 2018'de imzalamıştır. Polonya Cumhuriyeti, sözleşmeyi ancak Polonya Cumhuriyeti Anayasası ilkelerine ve hükümlerine uygun olarak uygulayacağını beyan etmiş; 2014 yılında toplumsal cinsiyet ideolojisini durdurmaya ilişkin parlamento komisyonu kurulmuştur. Hırvatistan'da 2018 yılında İstanbul Sözleşmesi çeşitli tartışmalar yaşanmış ve Hırvat muhafazakârlar sözleşmenin kadınları koruma argümanı altında toplumsal cinsiyet ideolojisini teşvik ettiğini ve geleneksel aile değerlerini zayıflattığını ifade etmiştir. Ekvador'un solcu Cumhurbaşkanı Rafael Corrêa toplumsal cinsiyet ideolojisini aileyi yok etmeye yönelik bir araç olarak yorumlamış ve kınamıştır. Ülkeler tarafından sözleşmeye getirilen eleştirilerin odağında farklı cinsel yönelimlerin meşrulaştırılmasının, toplumsal cinsiyet ideolojinin sözleşmeyle dayatılmaya çalışılmasının ve aile kurumunun zayıflatılmasının yer aldığı görülmektedir."
Raporda Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Yazar Abdurrahman Dilipak, Emine Şenlikoğlu, Prof. Dr. Yusuf Ziya Kavakçı, Prof. Dr. Hasan Çelikkaya, Prof. Dr. Celal Erbay, Avukat Selçuk Kar, Avukat Bülent Demir, Hüsnü Tuna'nın da olduğu çok sayıda akademisyen, yazar, siyasetçi, sanatçı ve bürokratın katkıları bulunuyor. (İLKHA)