HÜDA PAR Genel Başkanı İshak Sağlam, yaptığı haftalık iç gündem değerlendirmesinde; anayasa tartışmaları, kamu kurumlarındaki israf ve yolsuzluk, cezaevlerindeki ölüm ve ihmaller, terörle mücadelede görev alanların suç işlemesi halinde, avukat ücretlerinin devlet tarafından ödenmesine ilişkin yönetmelik değişikliği hakkında açıklamalarda bulundu.
Anayasa Mahkemesinin Enis Berberoğlu hakkında hak ihlali yapıldığı ve yeniden yargılanması gerektiğine dair kararının tartışılmaya devam ettiğini belirten Sağlam, "Yerel Mahkemenin Türkiye’nin en yüksek yargı organının verdiği kararı tanımaması gibi bir vakıa tartışılmaya dahi değer görülmezken Anayasa Mahkemesinin yapısı ve üyelerinin ideolojik aidiyetleri üzerinden yeni süreçlere zemin hazırlandığı gözden kaçmamaktadır. Türkiye’nin en ciddi kurumlarının bu şekilde itibar kaybına maruz bırakılmasının kimseye bir faydası olmayacağı gibi Anayasa ile ilgili sorunları da çözmeyecektir." dedi.
Türkiye’nin Anayasa Mahkemesi ile ilgili tartışması gereken asıl hususun bu olmaması gerektiğini vurgulayan Sağlam, gözden kaçırılmaması gerekenin, Türkiye’nin darbe ürünü olan Anayasalarla yönetilmesi geleneğinin bozulması gerektiği olduğunu söyledi.
Anayasada bazı değişikliklerin yapılmış olmasının, onu darbe anayasası olmaktan çıkarmadığını belirten Sağlam, "Toplumun değerleri ile çatışmalı mevcut Anayasa mutlaka değişmelidir. Ülkenin en önemli sorunlarının temel kaynağının mevcut anayasa olduğu bir realitedir. İnsanı ve adaleti esas alan sivil bir anayasa yapılmadığı müddetçe sorunlar bitmeyecektir. Siyaset kurumunun en önemli hedefi; yeni bir anayasa yapmak olmalıdır. Bunun dışındaki gündemler, bu topluma zaman kaybettirmek ve sorunların çözümünü ertelemektir." ifadelerini kullandı.
Kamu kurumlarındaki israf ve yolsuzluk
Kamu imkânlarının şahsi kazanç için kullanılması, kamusal alandaki yozlaşmayı korkunç boyutlara ulaştırdığını söyleyen Sağlam, bu alandaki israf ve yolsuzlukların, toplumun düzenini bozduğunu, ekonomiyi çökerttiğini kaydetti.
Sağlam, "Maddi çıkar elde etme düşüncesiyle girilen ilişkiler, ortaya çıkan rant, adam kayırma ve liyakate aykırı atamalar toplumsal vicdanı yaralamaya devam etmektedir. Kamu kaynakları ihale yolu ile yüklenici firmalara ayrıcalık kaynağına dönüştü. Şehir hastaneleri, köprü ve havaalanlarının yapılmasında karşılanması imkânsız iş ve geçiş garantilerinin verilmesi, vatandaşın sırtına ağır bir borç yükü bindirerek kamu kaynaklarını heba etmektedir. Zimmet, irtikap, rüşvet, görevi kötüye kullanma ve yolsuzlukların ortaya çıkardığı maliyet, 2019 yılı TİSVA (Türkiye İsrafı Önleme Vakfı) verilerine göre milli gelirin yaklaşık yüzde 15’ine (555 milyar TL) karşılık gelmektedir. Sayıştay’ın 2019 yılı denetim raporları da bunu doğrulamaktadır." diye belirtti.
Sosyal refah düzeyini düşüren, ekonomik büyümeyi engelleyen ve yatırımları azaltan bu sorunların, bugünkü ekonomik krizin de en önemli nedeni olduğuna dikkat çeken Sağlam, "Kamu kurumlarında yaygın olan bu israf ve yolsuzluklar, denetim mekanizmasının işletilmediğini göstermektedir. Bu kapsamda; kamu kaynaklarının yerinde, etkili ve verimli kullanılabilmesi sağlanmalı, kamu harcamalarında tam bir şeffaflık sağlanmalıdır. Kamu kaynaklarını yöneten yetkililerin belirlenmesinde liyakat, ehliyet ve istidat esas alınmalıdır. Denetimler sadece belgeler üzerinden değil, sahaya inmek suretiyle bağımsız ve etkin bir mekanizma ile gerçekleştirilmelidir. Bunun yanı sıra; yolsuzluk ve usulsüzlüklere bulaşanlar, kim olduklarına bakılmaksızın hak ettikleri şekilde cezalandırılmalıdır." değerlendirmesinde bulundu.
Cezaevlerindeki ölüm ve ihmaller
Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile memuriyet görevinden ihraç edilen ve dört yıldır cezaevinde bulunan Mustafa Kabakçıoğlu'nun 29 Ağustos 2020 tarihinde Gümüşhane Cezaevi'nde vefat etmesine değinen Sağlam, şunları söyledi:
KHK'lı eski polis memuru Mustafa Kabakçıoğlu'nun Gümüşhane Cezaevi'nde tek kişilik bir hücrede plastik sandalye üzerinde hayatını kaybetmesi, cezaevindeki yaşam koşulları ile hak ihlallerini ve ihmal iddialarını yeniden gündeme getirdi. Ölüm olayından sonra Gümüşhane Cumhuriyet Başsavcılığı ihmal iddialarını ret etmiş, Adalet Bakanlığı ise iddiaların incelenmesi için iki müfettiş görevlendirildiğini duyurmuştu.
Cezaevleri ile temelde; bir takım hak mahrumiyetleri üzerinden suçluların ıslahı ve topluma kazandırılması amaçlanmıştır. Suçu, siyasi düşüncesi, aidiyeti, meşrebi ve mezhebi ne olursa olsun, cezaevlerindeki tüm tutuklu ve hükümlülerin can güvenliği ve sağlığı devlete emanettir. Bu anlamda her türlü tedbiri almak, devletin yükümlülüğü olmakla birlikte aynı zamanda insani bir sorumluluktur. Mahkumların beden ve ruh sağlıklarının korunması, hasta olanların ise tedavilerinin düzenli yapılabilmesi için uygun koşulların oluşturularak gerekli sağlık hizmetlerine hızlı bir şekilde ulaşmaları sağlanmalıdır. Cezaevlerinde tutuklu ve hükümlülere yönelik her türlü kötü muamele ve hak ihlalleri ile ilgili iddiaların etkin ve şeffaf bir yargısal denetime tabi tutulması sağlanmalıdır. Cezaevleri koşulları acilen insani, hukuki ve evrensel değerlere uygun hale getirilmelidir.
"Hukuk karşısında kimse imtiyazlı olamaz"
Sağlam, terörle mücadelede görev alan personelin, görev sırasında işledikleri suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda müdafi olarak belirlenen avukatların ücretlerinin ödenme usulüne ilişkin yönetmelikte değişiklik yapıldığını hatırlatarak, "Personelin tanımı genişletilerek mülki amirler de bu kapsama dâhil edildi. İlk kez 2008 yılında yayımlanan bu yönetmelikle, Terörle Mücadele adı altında gerçekleşen hukuk dışı uygulamalar devlet korumasına alınmıştır. Görevin ifasından doğduğu iddia edilen suçlar kavramıyla yorum ve suiistimale açık bir alan oluşturulmuştur. Söz konusu imtiyaz aynı zamanda hukuki bir dokunulmazlık anlamına da gelmekte, suçun niteliği ve büyüklüğüne bakılmaksızın devlet görev tanımının ve hukuk sınırlarının dışına çıkmış personelini maddi olarak desteklemeyi vaat etmektedir." dedi.
Sağlam, "Hukuk devletinde kişilerin ifa ettiği vazifeye bakılmaksızın, işlemiş olduğu suçlar adil bir yargılanmaya tabi tutulmalı ve hukukun gereği yerine getirilmelidir. Terörle mücadele dahi olsa, hiç kimse vazife sırasında hukukun dışına çıkma salahiyetine sahip değildir. Söz konusu imtiyazlar, terörle mücadele personeline gereksiz bir koruma kalkanı oluşturduğu için suça teşvik anlamındadır. Zaman zaman basına da düştüğü üzere; sivillere yönelik kötü muameleler ile orantısız güç kullanmanın yanı sıra işkence ve çeşitli suçların işlenmesini psikolojik olarak kolaylaştıran saik, kabul etmek gerekir ki görevlilere verilen bu gereksiz imtiyazdır. Yönetmelikteki son değişiklikle mülki amirlerin de bu kapsama alınması, hukuka aykırı emir ve talimatları da bu kapsama alacaktır. Bu tür uygulamaların Türkiye’nin normalleşmesine katkı sunmayacağı aşikârdır." ifadelerini kullandı. (İLKHA)