Cami Medresesinde İki Şehid Süleyman ile Ziya
Bingöl`ün iki bahadırı, Çabakçur`un iman bahçesinin iki solmaz gülü, Ziya ve Süleyman`ı tanıdıkça Ashab-ı Kiram`ı hatırlarız. Cahiliyenin içindeki bir hayattan İslam nuruna koşan bu iki şehid, insanlara iki güzel örnek olarak tarih boyunca anılacaktır
Cami Medresesinde İki Şehid Süleyman ile Ziya

Bingöl`ün iki bahadırı, Çabakçur`un iman bahçesinin iki solmaz gülü, Ziya ve Süleyman`ı tanıdıkça Ashab-ı Kiram`ı hatırlarız. Cahiliyenin içindeki bir hayattan İslam nuruna koşan bu iki şehid, insanlara iki güzel örnek olarak tarih boyunca anılacaktır

Şehid Ziya 1967’de Bingöl’de dünyaya geldi. Lise eğitimini bazı sebeplerden dolayı bıraktı, bilahare askere gitti. Askerlikten sonra iki ay kadar İstanbul’da kaldı. Cahili bir hayatın çıkmazlarında bulanık bir hayatın gel-git’lerini yaşarken bir arkadaşının feci ölümü onu ciddi manada etkiler. Hücreleri tamamıyla “ölüm!” hakikatine kulak kesilir. Korkuyor, haşyetle ürperiyordu. Pişmanlık ateşi yüreğini kavuruyordu…


Çürüme, yok olma, toprağa karışma, hayatın yitimi ile özdeşleştirdiği ölüm onun için hidayet çağrısı, diriliş muştusu, ebed yurdunu yeşerten ve ruhu safvet kıyılarına taşıyan bir gemi oluvermişti… Bu duygular içinde evinin kapısında/ Bingöl’de buluverir, kendisini.


Ziya artık Allah’ı her an hatırlama, zikretme bilinciyle tövbe seansındadır. Nedamet gönülde tövbe ateşi olarak tutuşunca kitaplara, okumaya yönelir. Ziya için, “İkra!” ayeti bir vird olur. Hidayet, sadakat, kulluk, marifet… adına ne bulduysa okur.
Şehid Süleyman ise, 1970 yılında Bingöl’de dünyaya gelir. Okul ve gençlik demleri, bir serbestlik ve İslami hayattan uzaklık içinde geçer. Kısmen inşaatlarda çalışarak geçimini sağlamaya çalışan Süleyman da gurbeti yol bilen gençlerdendi. Askerlikten sonra Bingöl’e dönen Süleyman, evlerine yakın bir yerde bakkal işleten amcaoğluna uğrar, bir vakit onun yanında eğleşirdi. İslami cemaatle beraber olan amcaoğlu, Süleyman’a İslam’ı, Allah’a kulluğun insan fıtratı için en uygun hayat çizelgesi olduğunu anlatır. Bazen hararetli konuşmalarla süren bu muhabbet faslı, Süleyman için hidayete varan yolu açar.


Henüz bir çocukken camide Kur’an öğrenme aşkı kendisinin ifadesiyle ders veren şahsın kaba ve dayaklı ders fasıllarının akabinde bir camii nefretine dönüşür. Kendisi İslami eğitim noktasında böylesi hataların onulmaz olduğunu, Müslüman eğitimcinin hikmet, hilm ve gayretle öğretmesi gerektiğini söyler ve şunu derdi: “Eğer, amcamoğlu ve bazı yakınlarımın kişiliğinde bu cemaatle tanışmasaydım, çocukluğumdan bana acı bir hatıra olan o olaydan dolayı asla camilere yanaşmazdım.”


Birbirine yakın bir zamanda İslam’la tanıştı, Bingöl’ün iki şehadet gülü... Artık camide, İslami çalışma içinde gün aşırı görülen Ziya ve Süleyman’ın hidayete dönüşleri yakınlarını (tıpkı Hazret-i Ömer’in Müslüman oluşunun bıraktığı hayret ve sevinç gibi) hayret ve sevinç içinde bırakıyordu. Hadis-i Şerif’te Allah Resulü’nün: “Cehaletin hayırlıları İslam’la şereflenince İslam’ın da hayırlıları olurlar” buyurduğu çerçevede bir hidayet nasipliğine ermişti, iki şehadet adayı. İki arkadaşı camide görenler, hayret ve hayranlıkla ‘İman iklimi, Kur’an bahçesi, namaz meyvesine hoş geldin!’ dercesine onları tebrik ediyordu.


Tövbe anından şahadet vaktine kadar ihlâs, salih amel, ihsan, vera dairesinden çıkmadı iki Allah dostu...


Birer örneklik abidesi olan bu iki şehitten Ziya’nın hidayete erişine kendi dilinden tanık olalım:


“İrademi nefsin eline verdiğim bir noktada Rabbimin ihsanıyla ve dilemesiyle hidayet çeşmesinden içtim. Benim cahiliye ve günahla iç içeliğimin misali şudur: Necaset, pislik dolu bir odada yaşayan ve o ana kadar hep o odada kalan elbette o kokuşmuşluğu zamanla kanıksar. Bir gün odasına bir pencere açılır. O da pencereye koşar. Bakar ki güllük gülistanlık bir yer… Güzel mi güzel, misk kokularıyla cezp ettiren bir manzara… Vakit kaybetmeden çirkef, tiksinti dolu odadan bu cennet emsal mekâna geçer. Bu adamın haline şaşılır mı? Benim de İslam’a gönül verişim böylesi bir algılayışın semeresidir.”
Ziya, İslam fıkhını önemsemiş, özümsemişti. Bu konuda kısa sürede bilgi hazinesi olmuştu. Arkadaşları artık ibadi ve ameli hususlardaki fıkhî açmazlarını ona götürüyor, soruyordu. O da ‘İlim ve çözüm, sorumluluk ve dikkat ister’ ilkesiyle meseleleri doğru, sağlıklı ve itidal üzere değerlendirirdi.


İlim aşkı ve okuma tutkusu Süleyman’ı da çepeçevre sarmıştı. Tekerrür etmesin diye tarihi ve İslam`ın mücadele karelerini ibret ve hikmetle okurdu. Kısa bir demde Asım Köksal’ın İslam Tarihi’ni dikkatle ve analiz ederek okuyup bitirmiş, Kur’an’a gönül veren nesilleri yetiştirmek sevdası onu Kur’an dersi verdiği camide tarih noktasında zevkle dinlenen ve olayların ibretini güzelce anlatan bir dil kılmıştı.


Ölüm tefekkürü onların yürüyen ayağı, kabir endişesi haşyet ve takvayla çarpan kalpleriydi. Abdest ve misvakı oldukça önemser, bedeni temizliği manevi paklığa götüren adım sayarlardı. Namazda ise ruhları, bedenini terk edip huşuyla yücelere secde miracıyla yükselirdi. Aşk dalgasının nazenin birer damlasıydılar.


Çilesiz sefa, zahmetsiz kazanç, emeksiz verim, katıksız mücadele olmazdı şahadet adayı Ziya ve Süleyman için. Bu şuurla hareket ediyor; Allah’ın dini yürekleri fethetsin arzusuyla çabalıyor; gece gündüz, dur durak demeden koşuyordu iman hakikatleri uğruna iki iman abidesi. Dünya, ahiretin mezrasıydı. Ne ekerse onu biçeceklerini iyice biliyorlardı. “Onların nişanesi alınlarındaki secde izidir” parıltısının birer numunesiydi. Ziya ve Süleyman, hal ve kal diliyle Allah’ı hatırlatırdı, arkadaşlarına.


Ziya ve Süleyman: “İçinizden sabreden ve yolumuzda cihad edenleri belirlemeden bırakılacağınızı mı sandınız?” İlahi emrine icabeten sabır ve mücadele çizgisinde azim ve kararlılıkla ilerliyordu. İslam’a intizar yürekleri hidayetle buluşturma vesilesi olmaktan daha büyük bir kazanç olamazdı.


Ziya ve Süleyman’ın İslami çalışması, istikamet ısrarı, camii tutkusu, tebliğ coşkusu, hayır yarışı Ebu Cehil zihniyetiyle davrananların gözünden kaçmadı. İki bahadırı sindirip korkutma ve pasifize etme sinsiliği, Ziya için Yusufiye kapılarını açtı. Süleyman ise uzun müddet ısrarlı takiplere ve sanki onu da tutuklayacaklarmış havası verip İslami çalışmadan koparma niyeti taşıyanlarca evine baskın yapılmıştı.


Beden kuşatılsa da ten hapsi geçiciydi. Ziya, bu bilinçle zindanı iman aşkıyla aydınlattı; bir iman kürsüsü, Kur’an medresesine çevirdi o daracık, nem kokulu mekânı… Yusufiye’den çıktıktan sonra bir müddet, ticaret yaptı: poşetçilik, amelelik, seyyar satıcılık… Başaramadı. Maddi açıdan dikiş bir türlü tutmuyordu. Manevi ticaretin daha elzem olduğu kanaatiyle şu karara varır Ziya: “Yüce Allah(cc), kıymetli vakti dünyalık için ayırmamı istemiyor. İnşallah bundan sonra vaktimi İslam davasına sa’y olarak geçireceğim. İman hakikatleri uğruna mesai yapacağım!”


BU ŞEHADET ERLERİNİ TANIKLARIN DİLİNDEN BİR NEBZE TANIYALIM:


Amcaoğlu Aydın Berdibek’in dilinden ŞEHİT SÜLEYMAN


“Şehit Süleyman Berdibek, İslam ile tanışmadan önce sıradan bir cahiliye hayatı yaşadı. Çok kötü bir cahiliye geçmişi olmasa da namaz vb. gibi kulluk bilincini ifade eden yaşamdan yoksun bir hayat sürdü.


Cenab-ı Hakk’ın yardım ve inayeti ile hidayete kavuştu. Hidayete kavuşmasıyla birlikte hayatı aniden değişti desem herhalde abartmamış olurum. Zira sahabe-i kiram misali hayatı yaşama tarzı aniden değişti. Artık yeni ve farklı bir Süleyman olmuştu; namazını kılan, orucunu tutan, beş vakit namazını camide cemaatle eda eden, büyüklerine saygılı ve küçüklerine şefkatli, toplumda saygın bir Süleyman…


İlk iş olarak Kur’an-ı Kerim dersi alıp Onu öğrenmeyi gaye edindi. Bir ay gibi çok kısa bir sürede Yüce Rabbimizin “oku” emrine ittiba edercesine Kur’an-ı Kerim okumayı öğrendi. Cami çalışmaları sayesinde öğrendiğini diğer insanlara aktarmayı da ihmal etmedi. Bir taraftan Kur’an-ı Kerim dersi alırken diğer taraftan küçük çocuklara elif-ba dersi vererek çok kısa sürede kendini geliştirdi. Bu arada İslami eserleri okumaktan geri durmadı. Öyle ki, bazen bir günde bazen iki günde bir eser bitirirdi.


İlim öğrenmede büyük gayret sarf ederken okuduğu ilmi yaşama noktasında ise kusur göstermedi. Elde ettiği ilmi pratiğe aktarma ve yaşama konusunda ciddi gayretler gösterdi. Zikir etme, cahiliye döneminde kılmadığı namazlarının ve tutmadığı oruçlarının kazalarını yapma, kışın en soğuk geçen aylarında dahi sabah namazlarını düzenli camide cemaatle eda etme gibi hasletlere sahip oldu.


İlmi konuda kendini daha fazla geliştirmek için Törek Köyü’nde bulunan medreseye gitti. Bir ayı aşkın burada eğitimine devam etti. Bir defasında izinli olarak eve geldi. Çarşıya giderken tanımadığı bir zatın karşısına çıkıp: kendisine:
- Ey Süleyman sen şehit olacaksın! dediğini kendi yakınlarından birine söylemişti. Yaşlı ve sakallı, Bingöl ilinde daha önce hiç görmediği bu zat aniden ortadan kaybolmuş. Çok şaşırmış, şaşırdığı kadar ani karşılaştığı bu hadise karşısında donakalmıştı. Bu hadiseyi çok yakın akrabası olan biri dışında hiç kimse ile paylaşmadı.


Bingöl’de birkaç gün kaldıktan sonra ilim eğitimine devam etmek için Törek Köyü’ne geri döndü. Aradan birkaç gün geçtikten sonra 25 Kasım 1993 günü gece geç saatlerde köye baskın yapan bir grup Pkk mensubunun açtığı ateş sonucu kendisi ve arkadaşı Ziya şehit olup Hakk’ın rahmetine kavuştular. Rabbim tüm İslam şehitlerine rahmet etsin ve bizleri onların şefaatinden mahrum etmesin.”

 

Yakın Bir Tanıdığının diliyle Şehid Ziya

Allah’ın rahmeti Ziya için bir nimet olmuş. ‘Nimet şükür ister.’ düsturu onun kalbinde icabet bulmuştu. “Allah’ın evlerini ancak Allah’a ve ahiret gününe inananlar imar ederler…” ayetiyle mescitlerin manevi imarına sevda ve aşkla yönelmişti; Kur’an goncaları misali Hz. Peygamber’in sünnetine ittibayı bayrak bilmiş bir toplulukta “ Sizden iyiliği emreden, kötülükten nehyeden, hayra çağıran bir topluluk(cemaat) bulunsun. İşte kurtuluşa erenler bunlardır.” İlahi buyruğuna cezbe bir cemaatte mescid gülü misali yeşermişti. O bir Kur’an goncası, iman şulesiydi.


Hidayet şerbetini içeli bir hafta olmuştu. Namaz ve Kur’an tilaveti için mescide gelmişti. Aman Allah’ım o da ne? Simasına güzellik katan sakalı yoktu. Hayretle: “ Ziya Abi, hayırdır sakalını kesmişsin?” diye sordum:


“Kardeşim, doğrudur. Lakin ben bu sakalı hidayet bulmadan bırakmıştım. Rabbimin bana lütfedince cahiliyemi hatırlatan her eşyamı, arkadaşımı terk ettim. İman eşiğinden adım atınca istedim ki üzerimde zaaflarımı kamçılayacak hiçbir iz olmasın. İmanla, abdestle beslenen bir sakal daha heybetli olur. İnşallah!” diye cevapladı. 


Bu yiğit, bahadır insan, şahadet aşığı mücahid; isyan bataklığının kokuşmuşluğundan birden kopmuş. Günleri adeta yılların günah izlerini silercesine ibadetle geçirir. Zamanının çoğu namaz ve İslami çalışmalara endekslenmiş, gündüzleri oruçla geceleri teheccüdle anlam kazanmıştı. O, sanki bir aşk pervanesiydi… Dervişane tutulmuş bir meczubtu… Kardeşleri ona DERVİŞ ismini bu tutkunun bir eseri olarak yakıştırmıştı.


Ziya ve Süleyman, bazı kardeşleriyle Diyarbakır Ulu Camii avlusunda haince şehid edilen Aziz’in taziyesine giderler. Allah yolunda ölümsüzlüğün nişanı şahadet, ibadet ikliminde dervişane dönen Ziya ve Süleyman’ın onulmaz tutkusu olmuştu. Artık namaz, dua ve sohbetleri şahadet isteğinin odağı olmuştu. Yeşil kuşun kursağı bir vuslat, onlar için arzuydu.
İlimsiz cihad, fıkıhsız mücadele, takvasız amel; meyvesiz ağaca benzer. Bu idrak, iman dersini medrese kürsüsünde tedris etme ihtiyacını ortaya çıkarmıştı. Ziya ve Süleyman, bu ihtiyacı biliyordu. Bu sebeple Bingöl’ün Köklü Köyü’ndeki medreseye giderler.


Muhammedi bir atmosferin köyde oluştuğu ihbarı ihanet şebekesine çabucak ulaşır. Hakka diş bileyen materyalist çete, köye birkaç kez baskın yapar, Allah dilemeyince ateş bile yakmaz. Baskınlar, sonuçsuz kalır.


25 Kasım 1993… Perşembeyi Cumaya bağlayan akşam… Köklü’ye karanlık erkenden çöker. Hazanın hüznü etrafa bir sis olup çöker. Medrese talebeleri misafirperver bir köylünün davetinde… Ziya ve Süleyman medresede kalırlar. Yarın mübarek gün… Camii cemaatine bir hazırlık için gitmemeyi tercih ederler. Karanlığın böğründe sinsi gölgeler sessizce medreseye dadanırlar. Pencereden içeriye bakarlar. Ziya ve Süleyman Kur’an okumaktaydı. Ziya ve Süleyman’ın cesaretini bilen hainler hilelerini iyice düzüp medresenin etrafını sararlar. Gecenin zifiri karanlığı kurşun sesleriyle uyanır. Saldırıda kafasından aldığı kursun yarasıyla tekbirler ve Kur’an ayetlerini dilinden düşürmeyen Süleyman ve direnerek birkaç haini cehenneme yakıt olarak sunan Ziya ruhunu şehid olarak ALLAH’A teslim eder.


İki yiğit can, takva portresi, imanı özümsemiş çelik yürekli genç, Hz. Muhammed sevdalısı iki hayat… Ebediliğe yeşil kuşun kursağında yürürler. Geride kalan müminlere müjde, kan içici zalimlere korkunç akıbeti anlatmak arzusuyla ölümsüzlüğe, Kevser havuzuna yürürler. Al kanları Çapakçur toprağını hidayet meyvelerini yeşertmek için sular…


YAKIN BİR TANIDIĞIN DİLİNDEN ŞEHİD ZİYA VE SÜLEYMAN:
Şehid Süleyman ve Ziya’nın cahiliye hayatını terk edip İslam ile tanışmaları bize asr-ı saadeti hatırlatırdı. İslami yaşamı adeta bir sahabe gibi yaşadıklarına tanıklık edenlerdenim.


İslam’a ve İslami camiaya öylesine bağlıydılar ki, onların şahsında zaman zaman kendimizden utanırdık.
Her iki İslam şehidimizin cahiliye hayatı, oldukça hareketli ve karanlık geçtiği için kaybettikleri o koskoca zamanı adeta bir güne sığdırarak kurtarmaya çalışıyorlardı.


Bundan dolayı diyebilirim ki, değil bir günün, bir saatin dahi çok dakik bir şekilde hesabını yapıyorlardı.
İslam ve Kur’an’a öylesine tutkun idiler ki, adeta gözünde bir Hz. Ali, bir Hz. Ömer ve bir Hz. Musab canlanırdı. Onları yakından tanıyan aile efratları ve arkadaşları mübalağa yapmadığımın canlı tanıklarıdırlar.


Nasıl ki, Sahabe-i kiram bir ayeti öğrendikleri gibi hayatlarında pratize ediyorlardıysa, onlar da İslam dinine ait öğrendikleri yeni bir şeyi hemen pratize eder ve bununla kalmayarak yakınlarından başlayarak insanların da pratiğe geçirmeleri için çalışırlardı.


Her iki aziz insan çok kısa denilebilecek bir zaman diliminde Kur’an-ı Azimüşanı öğrendiler, hayatlarına tatbik ettiler ve kendi yakınındaki insanların da Kur’anî bir yaşamı tatbik etmeleri için gece ve gündüzlerini Yüce İslam davasına adeta vakfettiler.


O dönemler İslam dininin adeta ateşten bir gömlek olduğu dönemlerdi.


İslam dinine hizmeti gaye edinmiş nice izzetli insanlara korkularından dolayı en yakınları dahi selam vermekten çekindiği zamanlardı.


Ama iki şehid ve dava arkadaşları bütün bunlara aldırmaksızın ateşten gömleği giydiler ve kınayıcıların kınamasına ve korkakların izzetsizliğine karşı başlarını dik tutarak yollarına devam ettiler.


Onların bu izzet ve şeref dolu duruşlarını Yüce Mevla; Şehadet, Hicret ve Yusufi olmakla mükâfatlandırdı.
Toprağa saçtıkları tohumlar binler, on binler olarak mazlum ve mahzun coğrafyamızda fidan oldu ve meyveye durdu.
Şehidlerin hayatından etkilendiğim iki tabloyu okuyucu kardeşlerle paylaşmak istiyorum.


Şehid Süleyman’ın Asım KÖKSAL hocamıza ait 18 ciltlik muhteşem dev eserini bir kış mevsiminde, sonradan kendisinin adı ile müsemma olan camide sabah namazından sonra okuyarak ve okuduğunu satır satır hayatına tatbik etmeye çalışarak bitirdiğinin nice tanıkları şu an aramızda dolaşmaktadır.


Ya Şehid Ziya, dünyevi hayatın iaşesi için birçok kez ticarete atılmış ve bir türlü ticaret hayatı onun istediği şekilde cereyan etmiyordu. Ben ve niceleri bunun dünyevi tedbirleri üzerine düşünür kafa yorarken, bir gün kendisinden şu tarihi cevabı aldık ve şöyle dedi: “İslam’ın ve Müslümanların çok büyük zorluklar içerisinde olduğu bu dönemlerde Yüce Allah kıymetli vaktimizi ticarete harcamamızı istemiyor ve bu vakti Müslümanlara feda etmemizi istiyor ben bunu biliyor ve bunu söylüyorum.” Şehid, hemen ardından elindeki bütün ticari malları satarak kendini tamamen İslam’a vakfetmiş ve ardından kısa bir süre sonra Rahman’a kardeşi Süleyman ile birlikte şehadet mertebesine vasıl olmuştur.


YAKIN BİR AKRABASI NAİM BERDİBEK’İN DİLİNDEN ŞEHİD SÜLEYMAN
Süleyman 1992’de askerden geldiği zaman İslami bir yaşantısı yoktu. Benim işyerime cahili kasetler getirir ve çalmamı söylerdi. Ben de kendisine ilahi kasetleri dinletirdim, o da dinlemez ve giderdi. Sonra bir gün bir merakla gelip ilahi kasetlerini dinledi ilahi kasetlerini dinleyerek İslam’a ilgi duymaya başladı. Aradan 3-5 ay geçtikten sonra namaza başladı. Namaza başladıktan sonra tamamen değişti, gece namazlarını ve vakit namazlarını hiç kaçırmazdı.

Süleyman geçimini genellikle boyacılıkla yapardı. Boyacılık yaptığı dönemlerde bir vakit namazını kaçırmıştı, gelip bana bir daha çalışmayacağını söyledi. Namazını kaçırdığı için Süleyman, vakit namazlarını genellikle camide kılardı özellikle de sabah namazlarını... Her sabah namazında bize elinde kabir alemi kitabını getirir ve onunla camiye girerdik. Cami çıkışı o, camide kalır kitab okurdu. Bir cenaze olduğu zaman bizi çağırır ve kabri görmemizi isterdi. Kabirden çok etkilenirdi. Cami çalışmalarına kısa sürede katıldı ve camide çocuklara ders vermeye başladı.

Şehid olduğu zaman Kur’an dersi verdiği caminin imamı yanımıza gelip Süleyman’ın çok iyi biri olduğunu söyledi ve kendisinin bir melek gibi iyi olduğunu ve oturduğu yeri göstererek: “Bir melek oradan uçtu!” dedi.

Süleyman, ilim öğrenmek için civar bir köyde medreseye gideceğini söyledi. Birkaç ay kaldıktan sonra tekrar eve geldi.
Bir gün Süleyman yanıma gelerek seninle çarşıya gidelim dedi ve kendisi ile çarşıya gittik. Süleyman telaşlı ve birini arıyor gibiydi. Bu telaşlı halini görünce ona ne olduğunu sordum. Süleyman bana birini aradığını söyledi. “Kimi arıyorsun?” dedim. O da: “Yaşlı bir adamı arıyorum.” dedi. “Niye arıyorsun?” dedim. O da bana:

“Az önce ben yukarı gelirken bir yaşlı adam omzuma vurdu ve ben arkamı döndüğümde bana: ‘Şehadetin mübarek olsun!’ dedi. Ben de önüme bakıp güldüm tekrar arkamı dönüp baktığımda yaşlı adamın olmadığını gördüm şimdi onu arıyorum işte!” dedi.

Bu olaydan sonra bir gün benim dükkanıma geldi ve oturdu. Çarşıda işim olduğu için kendisinden dükkana bakmasını rica ettim. Beni kırmadı fakat bana: “Çabuk gel, medreseye gideceğim!” dedi. Ben de biraz gecikince o da bana: “Çok geciktin, arabayı kaçıracağım.” dedi. Ben de: “Hakkını helal et!” dedim. O da: “Helal olsun!” dedi. Benimle vedalaşıp: “Belki bir daha görüşemeyebiliriz!” dedi ve gözleri doldu. Bir hafta geçtikten sonra arkadaşı Ziya ile şehid oldu.”


"Kıymetli okurlar, yazımızın ilk bölümünde Şehid Ziya`nın fotosu yerine sehven Şehid Süleyman`ın fotosu verilmiştir."

 ŞEHİD ZİYA SÜLEYMAN
Bingöl Törek köyünde
Camii medresesinde
Süleyman ile Ziya
Şehadet müjdesinde

Nice yiğitler yatar
Toprağının bağrında
Süleyman ve Ziya
Bedirler yaşar orda

Mescid gülü Ziya ile
Kabristanında aşkla
Buluşmazsam ikisiyle
Neyleyeyim Bingöl seni

İbrahim Dağılma 

Kategori: Merkez
YORUM YAPIN(üye olmadan da yorum yapabilirsiniz)
Yorumla
İptal

KATEGORİ HABERLERİ

-