Son yaşanan ölümle birlikte Türkiye'de silikozis hastalığından şu ana kadar 74, Bingöl Karlıova'da ise 20 kişinin bu Hasatalıktan hayatını kaybettiği belirtildi.
Silikozis hastalığından yaşanan ölümlerle ilgili açıklamalarda bulunan Eğitim ve Toplum Gönüllüsü Semiramis Karaarslan, şunları söyledi:
Analar doğuruyor, Silikozis hastalığına alınamayan önlemler, güvensiz iş yerleri onları annelerinin elinden alıyor. Bugün bir canımızı daha yitirdik silikozis hastalığından. Ercan Akyürek... Geride gözü yaşlı bir eş ve biri 9, diğeri 10 yaşında iki çocuğunu ve sevenlerini gözü yaşlı bırakarak daha 30 yaşındayken hayata veda eti… Annesi Fevziye Akyürek’in üç kız, üç de erkek çocuğu vardı. Erkeklerin en büyüğü Ercan’dı. Bir yıl sonra da Erhan doğdu. Ercan’ın hayali öğretmen olup, köyüne öğretmen olarak gelecek ve yardım edecekti ona ihtiyacı olan herkese... İlkokulu bitirdikten sonra okulu bırakmak zorunda kaldı koyunlarını otlatmak için Öyle çok da değil birkaç taneydi. Daha sonra Erhan da bırakmak zorunda kaldı. O hayvanlar tel geçim kaynaklarıydı. Yıllar geçtikçe hayvancılık köyde önemini yitirmişti ve hayvancılığı bırakıp geçimlerini sağlamak için akrabalarının çalıştığı taşı toprağı altın bilinen İstanbul'a yol aldılar. Tekstil ve inşaat işinde çalışıp köye aile geçimi için para yolluyorlardı. Köyden birinin kot taşlama atölyesinde iş bulmasıyla da felaket kapılarını çaldı. Hemen köyün diğer gençlerine de haber yollayıp çağırdılar. Maaşı iyiydi, e yatacak yer de veriyorlardı. Bazen toplu halde, bazen tek tek kot taşlama atölyelerinde çalışmaya gitti gençler. Ercan ve Erhan da 2000’de sevinerek işe girdiler. Mahmutbey’deki atölyede, toz bulutunun içinde yerlerini aldılar. Erhan 18’indeydi, Ercan 19’unda. Sekiz kişinin çalıştığı atölyede nefes almak zordu. Basınç makineleriyle kotlara tuttukları kumu solumaktan ne kalitesiz maskeler koruyabildi ne de küçücük hava fanı. Bir de tozun biriktiği “kör oda”lar vardı ki, ilk ölen işçiler 50 milyona orayı temizleyenler oldu. Merdiven altı ve Denetimsiz çalıştıkları bu iş yerlerinde 12 saat nefes nefese, kotları beyazlatmaya devam ettiler. Erhan askere gidince hasta olduğu ortaya çıktı. İlk önce verem denildi, sonra silikozis olduğu anlaşıldı. Ve silikozisin varlığı onunla ortaya çıktı... Çocuklara haber salındı, kimi hastaneye gitti, kimi iyi olduğunu düşünüp gitmedi. Gidenler de ellerine bir rapor tutuşturulup, “İyi beslenin, yorulmayın” diye tembihlendi. Erhan kısa sürede yatağa düştü. Ercan'sa hasta olduğunu bile bile, çalıştığı her günün onu ölüme yaklaştırdığını göre göre, nefesi iyice kesilip, yataktan çıkamaz hale gelene kadar çalıştı. İstanbul’da hurdacılık yaptı. Başka şansı yoktu. Ve Erhan 2004’te öldüğünde 22 yaşındaydı.
Yıllardır onlarla birlikte hangi şartlarda yaşadıklarını ne içip ne yediklerini, oksijenleri bitince nasıl nefessiz kaldıklarının birebir tanığı oldum.
Kotlar beyazladı ama onların hayatları bir bir kararıyor, geride gözü yaşlı ailesi ve çocuklarını bırakıp gidiyorlar. Pandemiden dolayı cenazesine katılamadığım için üzgünüm. Kederli ailesinin acısını paylaşıyor, cennet mekânı olsun diyorum…"(Bingöl Basın)