HÜDA PAR Genel Merkezinden yapılan yazılı açıklamada, kişisel verilere ilişkin İletişim Başkanlığına Kararname ile verilen yetkilerin, Anayasaya aykırı olduğu gibi Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’na da aykırı olduğunu ifade edildi.
Yap İşlet Devret Modeline eleştirilerin yöneltildiği açıklamada, bu yatırım modellerinin suistimal edildiğinin farkına varılması ve vatandaşların soyulmasına, memleketin geleceğinin ipotek altına alınmasına seyirci kalınmaması gerektiği belirtildi.
Açıklamada, dış borçlanma yetkisine yeni bir düzenleme ile sınırlama getirilmesi gerektiği de vurgulandı.
OECD raporuna atıfta bulunulan açıklamada, savunmasız durumdaki hane halkı ve reel sektörün borçlandırılmasının sürdürülemez bir duruma geldiği belirtilerek daha fazla doğrudan destek verilmesi gerektiğine işaret edildi.
Gelir dağılımında adaletin sağlanması için güçlü yapısal düzenlemelere ihtiyaç olduğuna dikkat çekilen açıklamada, gelir dağılımındaki adaletsizliği büyüten etkenlerden biri olan mevcut vergi politikaların gözden geçirilmesi, adil bir dağılımı sağlayacak yeni düzenlemeler yapılması gerektiği kaydedildi.
Türkiye'nin Kabil Havalimanı'nın güvenliğini sağlama teklifinin değerlendirildiği açıklamada, Türkiye'nin, bugüne kadar Afganistan’da on binlerce sivili katletmiş NATO adına faaliyette bulunmaması, kadim dost ve kardeş Afgan halkının huzur ve güvenliğini temin etmeye katkı sunması ve iyi ilişkilerin devamı için çaba harcaması gerektiği vurgulandı.
Açıklamada, Mısır'daki idam kararlarına ilişkin, "Bütün uluslararası kurum ve kuruluşlar, İslam İşbirliği Teşkilatı, Mısır ile ilişkileri normalleştirmeye çalışan Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanı harekete geçmeli, yargı kılıfı geçirilmiş bu siyasi katliamlar durdurulmalıdır." çağrısı yapıldı.
AYM’nin İletişim Başkanlığı kararı
Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile İletişim Başkanlığı'nın kişisel verilerle ilgili gerekli gördüğü her türlü bilgiyi kamu kurum ve kuruluşları ile diğer gerçek ve tüzel kişilerden isteyebileceğine dair yapılan düzenlemenin iptali için yapılan başvurunun, Anayasa Mahkemesince oy çokluğu ile reddedildiği belirtilen açıklamada, "Anayasa’nın 104. maddesine göre kişisel ve siyasi haklar, ancak kanunla düzenlenebilir. Bu yetkinin İletişim Başkanlığına Kararname ile verilmesi Anayasaya aykırı olduğu gibi Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’na da aykırıdır. İletişim Başkanlığı’na “gerek gördüğü her türlü bilgi” tanımıyla verilen bu belirsiz ve ucu açık yetki, hukukun “belirlilik, şeffaflık ve öngörülebilirlik” ilkesine de aykırıdır." denildi.
Açıklamada, "Kişisel verilerin toplanması, kullanılması, ne kadar süre ile tutulacağı, amaca uygun kullanılıp kullanılmadığının denetlenmesi ve imhası gibi hususlar açık ve net olarak düzenlenmelidir. Sınırları belli olmayan bu düzenleme, keyfi ve ölçüsüz uygulamalara kapı aralayacaktır. İletişim Başkanlığı’nın siyasi iktidar ile olan organik ilişkisi dikkate alındığında bu düzenlemenin fişlenme kaygılarına yol açması tabiidir. Devlet otoritesi karşısında kişisel hak ve hürriyetlerin güvencesi konumunda olan Anayasa Mahkemesi’nin hukuka aykırı olan bu kararı, toplumsal barışa da hizmet etmeyecektir. Şekil ve içerik itibari ile sakıncalı, ileride telafisi imkânsız hak kayıplarına yol açacak söz konusu düzenleme, Cumhurbaşkanı tarafından geri çekilmeli ve Meclis tarafından konuya ilişkin hukuki sınırlar korunarak Anayasa’ya uygun kanuni bir düzenleme yapılmalıdır." ifadeleri kullanıldı.
Yap-İşlet-Devret Modeli
Yap-İşlet-Devret usulü veya kamu özel sektör işbirliği ile hayata geçirilen tünel, hastane, köprü, otoyol gibi projelerin hazineyi boşalttığı ve ülkenin geleceğini onlarca yıl ipotek altına aldığına işaret edilen açıklamada, "Yüksek kullanım bedeli nedeniyle vatandaşların önemli bir kısmının kullanamadığı bu tesisler için devlet, ilgili firmalara belli bir gelir garantisi vermektedir. Kamu imkânlarıyla çok daha düşük bir maliyetle yapılabilecek bu yatırımlar, vatandaşın faydalanamadığı ama ücretini ödediği hizmetler haline gelmiştir. Hazine her yıl gereksiz yere milyarlarca lira ödeme yapmakta, zor günler geçiren vatandaşlara can suyu olabilecek bu rakamlar müteahhitleri ihya etmektedir. Bu yatırım modellerinin suistimal edildiğinin farkına varılmalı ve vatandaşların soyulmasına, memleketin geleceğinin ipotek altına alınmasına seyirci kalınmamalıdır." denildi.
"Dış borçlanma yetkisine yeni bir düzenleme ile sınırlama getirilmelidir"
Başarısız ekonomi politikalarının bir yansımasının da dış borçlar üzerinden görüldüğüne dikkat çekilen açıklamada, "Net dış borcun milli gelire oranı, 2005 yılında yüzde 15 dolaylarında seyrederken bugün bu rakam 268,9 milyar dolar ile yüzde 37,5’i bulmuştur. 2020 yılı sonu itibariyle brüt dış borç stokunun ise 450 milyar dolar seviyesinde olduğu açıklanmıştır. Söz konusu dış borcun önemli bir kalemini yine hazine destekli yatırımlar oluşturmaktadır. Zira 14,8 milyar dolarlık kısmı, hazine garantili yatırımlara ilişkindir. Açıktır ki bu ekonomi politikaları sürdürülebilir değildir. Dış borçlanma yetkisine yeni bir düzenleme ile sınırlama getirilmelidir. Zira doğmamış çocuklar adına borçlanma yetkisini kendinde gören bir ekonomi anlayışı ile bir yere varılamaz." değerlendirmesinde bulunuldu.
"Hükümet, var olan krize oranla yapılan yardımların yetersiz olduğunu görmelidir"
Pandemi sürecinde yaşanan genel durağanlıktan en çok ekonomik faaliyetler ve ticari hayat etkilendiği ifade edilen açıklamada, ülkelerin bu zor süreci atlatmak için çeşitli destek paketleri açıkladığı hatırlatıldı.
IMF verilerine göre bazı ülkelerin milli gelirlerinin yüzde 20’ye yakınını yardımlar için ayırırken Türkiye’de bu oranın yüzde 1,9 ile en alt sıralarda yer aldığına dikkat çekilen açıklamada, 'Açık tutulan kredi kanalları ile reel sektörün yanı sıra hane halkı için de ciddi bir borçlanma sorunu oluştu. Bu aşırı talep, fahiş derecede yükselen faiz oranları nedeniyle de önümüzdeki süreçte tıkanmalara yol açacak bir borç sarmalına dönüşecektir. Reel sektör borçlanarak hayatta kalma mücadelesi verirken BDDK verilerine göre vatandaşların bu yılın ilk çeyreğinde bankalara sadece kredi ve kredi kartı faizi olarak 34,5 milyar lira ödediği görülmektedir." ifadelerine yer verildi.
OECD raporuna atıfta bulunulan açıklamada, "OECD raporu bu duruma işaret ederek Türkiye'ye halkı borçlandırmak yerine daha fazla devlet desteği sunması çağrısına yer verdi. Pandemi sürecinde kredi ile borçlandırma politikasını eleştiren OECD, savunmasız durumdaki hane halkı ve reel sektörün borçlandırılmasının sürdürülemez bir duruma geldiğini belirterek daha fazla doğrudan destek verilmesi gerektiğine işaret etti. Hükümet, var olan krize oranla yapılan yardımların yetersiz olduğunu ve mutlaka artırılması gerektiğini görmelidir." diye belirtildi.
"Gelir dağılımındaki adaletsizlik huzursuzluğun en temel nedenidir"
Türkiye İstatistik Kurumu tarafından yayınlanan araştırmaya göre 2020 yılı gelir ve yaşam koşullarında adaletsizliğin, son 11 yılın en yüksek seviyesinde gerçekleştiği kaydedilen açıklamada, "Son yapılan araştırma sonuçlarına göre; en yüksek eşdeğer hane halkı kullanılabilir fert gelirine sahip yüzde 20'lik grubun toplam gelirden aldığı pay bir önceki yıla göre 1,2 puan artarak yüzde 47,5'e yükselirken en düşük gelire sahip yüzde 20'lik grubun aldığı pay 0,3 puan azalarak yüzde 5,9'a geriledi." bilgilerine yer verildi.
Açıklamada, "En yüksek gelire sahip yüzde 20’lik kesim ile en düşük gelire sahip yüzde 20’lik kesim arasındaki makas gittikçe açılıyor. Son bir yıldaki değişim herkesi düşündürmeli ve çözüm arayışına sevk etmelidir. Haksız kazançlarla oluşan gelir dağılımındaki adaletsizlik, yoksulluğun ve huzursuzluğun en temel nedenidir." değerlendirmesinde bulunuldu.
Ekonomi politikalarındaki yanlış uygulamaların, yolsuzluklar, faiz ve rant ekonomisinde ısrarın, sıkıntıların temel kaynağı olduğuna dikkat çekilen açıklamada, "Ekonominin yapısal sorunları ve kurumsal zafiyetler maalesef gelecek açısından da karamsar bir tablo oluşturmaktadır. Gelir dağılımında adaletin sağlanması için güçlü yapısal düzenlemelere ihtiyaç vardır. Gelir dağılımındaki adaletsizliği büyüten etkenlerden biri olan mevcut vergi politikaları gözden geçirilmeli, adil bir dağılımı sağlayacak yeni düzenlemeler yapılmalıdır." denildi.
"Türkiye, Afganistan’da on binlerce sivili katletmiş NATO adına faaliyette bulunmamalı"
Türkiye, NATO güçlerinin Afganistan'dan asker çekmesinin ardından Kabil Havaalanı'nın güvenliğini sağlamayı teklif ettiği hatırlatmasında bulunulan açıklamada şunlar kaydedildi:
Bölgeden askerlerinin bir kısmını çeken ABD tarafından kabul edilen teklif, Taliban tarafından ise Türkiye’nin NATO gücü olduğu gerekçesiyle reddedilmektedir. Türkiye’nin Afganistan’da NATO şemsiyesi altında askeri faaliyet yürütmesi çatışma riskini artırmaktadır. Türkiye’nin 20 yılın sonunda işgalden kurtulan Afganistan’daki varlığı, ABD’nin uydusu haline gelen NATO çatısı altında bir askeri faaliyet olmamalıdır. Türkiye, Afganistan’da Kabil yönetimi ve Taliban arasında yaşanan çatışmaların sona ermesi, iç barışın sağlanması, Afganistan’ın istikrarı ve yeniden imarı için inisiyatif almalıdır. Güvenliği sağlamanın yolu yerel unsurlar arasında uzlaşıyı sağlamaktır. Türkiye, bugüne kadar Afganistan’da on binlerce sivili katletmiş NATO adına faaliyette bulunmamalı, kadim dost ve kardeş Afgan halkının huzur ve güvenliğini temin etmeye katkı sunmalı ve iyi ilişkilerin devamı için çaba harcamalıdır.
Mısır’daki idam kararları
Açıklamada, Mısır’daki idam kararlarına ilişkin, "Mısır’da darbeci Sisi’nin mahkemelerinden yeni idam kararları çıktı. Mısır Yüksek Mahkemesi, aralarında devrimin sembol isimlerinden olan şehit Esma Biltaci’nin babası, aynı zamanda İhvanın Genel Sekreteri Muhammed el-Biltaci ile Müslüman Kardeşler liderlerinden Safvet Hicazi’nin de olduğu 12 kişi hakkında verilen idam cezalarını onadı. Cunta mahkemelerinin verdiği hiçbir karar adil ve tarafsız değildir. İntikam alma amacıyla darbeciler tarafından sipariş edilen kararlar tamamen siyasidir. Mahkemeler, cunta rejiminin emirlerini yerine getiren bir mizansen ve tiyatrodan ibarettir. Halkın seçtiği yönetime karşı darbe yapan ve seçilmiş cumhurbaşkanını zindanda şehit eden, binlerce masumu Rabia Meydanı’nda katleden cuntacı Sisi, yargılanmalıdır ve inşallah bir gün yargılanacaktır. Bütün uluslararası kurum ve kuruluşlar, İslam İşbirliği Teşkilatı, Mısır ile ilişkileri normalleştirmeye çalışan Türkiye ve Sayın Cumhurbaşkanı harekete geçmeli, yargı kılıfı geçirilmiş bu siyasi katliamlar durdurulmalıdır." değerlendirmesinde bulunuldu. (İLKHA)