Hak Sanayici ve İş Adamları Derneği'nin (HAKSİAD) "3. İş Adamları Toplantısı" üçüncü gününde devam ediyor. Programa katılan HÜDA PAR Genel Başkanı Zekeriya Yapıcıoğlu, İslam’ın iktisat anlayışı hakkında konuştu.
Yapıcıoğlu, “İslam'ın iktisat anlayışı nedir? Buna biraz göz atacağız. Şüphesiz ki bu konu bir saat bir buçuk saat gibi bir zaman dilimine sıkıştırabilecek kadar dar bir konu değil. Bunun üzerine elbette belki ciltler dolusu kitap yazılır ama biz burada kısa olarak bugünkü uygulanan iktisat nedir? Bizim anlayışımız nedir? Buna değineceğiz. Bazılarının zannettiği gibi bugün uygulanan kapitalist iktisadi sistemin içerisinden sadece faizi çekip alırsak ve bir de zekâtı monte edersek İslam iktisadı olur mu? Bunun cevabını arayacağız. Temelde İslam iktisadıyla konvansiyonel iktisat ya da hemen hemen dünyanın genelinde uygulanan kapitalist sistemin İslam iktisadıyla ne kadar temelden çeliştiğini ve aradaki farkların ne kadar değerli olduğunu inşallah hep beraber göreceğiz.” dedi.
Allah-u Teâlâ’nın dünya ve içerisindeki her şeyi insanoğlunun ihtiyaçları için var ettiğini ve onun hizmetine sunduğunu hatırlatan Yapıcıoğlu, “Allah-u Teâlâ insanı da kendisine kulluk etsin diye yaratmıştır. Peki nedir kulluk? Şimdi 'insanları ve cinleri ancak bana kulluk etsinler diye yarattım' ayetini nasıl anlamamız gerekir. Bu ayet bugüne kadar iki türlü anlaşılmıştır. İlk olarak bu ayete şu anlam verilmiştir: İnsanlar ve cinler sadece Allah'a kulluk etsinler başka kimseye kulluk etmesinler. Bir diğerinde şöyle bir anlam verilmiştir: İnsanlar ve cinler sadece kulluk etsinler başka bir şey yapmasınlar. Aslında her iki anlam da bu ayetten çıkar. Her ikisi de doğrudur. Peki o zaman bizim şu soruyu sormamız lazım. İnsanoğlu zayıf yaratılmıştır. Yemek yemeye ve uyumaya ihtiyaç duyar, kendi şahsi ihtiyaçları vardır. Hasılıkelam kendi hayatını devam ettirebilmesi için insanoğlunun fıtri bazı ihtiyaçları vardır.” şeklinde konuştu.
"İnsanı ilgilendiren hiçbir şey dinin tanzim ettiği alanın dışında değildir"
Konuşmasının devamında Yapıcıoğlu, “Öyleyse nasıl insan sadece ibadetle meşgul olacaktır? Biz geniş manada ibadeti şöyle tarif edebiliriz: Hani dedik ya dünya ve içindeki her şey insanoğlunun hizmetine verilmiştir. O nimetlerden istifade ederken Allah-u Teâlâ'nın bizim için çizmiş olduğu sınırların içerisinde kalmak ibadettir. Buradan yola çıkarak şunu da söyleyebiliriz. Allah tarafından insanoğlu için sınırlar çizilmiş ve hiçbir alan din dışı ve seküler değildir. Birilerinin iddia ettiği gibi Allah-u Teâla insanlar için sadece dar manada ibadet olarak isimlendirebileceğimiz namazı, haccı, orucu ve zekâtı mı farz kılmıştır? Sadece birilerinin iddia ettiği gibi din sadece Allah ve kul arasında ki ilişkiyi mi düzenler? Yoksa bizim inancımız ve dinimiz olan İslam dini hem insanın Rabbi ile hem diğer insanlarla hem de kainattaki diğer mahlukatla ilişkisini mi düzenler? Bunun cevabını elbette hepiniz takdir edersiniz ki ikinci söylediğim yani İslam sadece insanın Rabbi ile olan ilişkisini değil, insanın akrabalarıyla, eşiyle, çocuklarıyla, anne-babasıyla, komşularıyla ve diğer insanlarla hatta hayvanlar ve eşyalarla olan ilişkisini kâinata bakış açısıyla tanzim eder. Buradan yola çıkarak diyebiliriz ki insanı ilgilendiren insana dair hiçbir şey dinin tanzim ettiği alanın dışında değildir. O alanın sınırlarından çıkmaz.” ifadelerini kullandı.
Yapıcığolu sözlerini şöyle sürdürdü:
Buradan şöyle bir soruya geliyoruz. Acaba İslam'ın iktisadi, siyasi, sosyal ve dini esasları arasında bir ilişki var mıdır? Bu soruyu Ebu'l-A'lâ Mevdudî soruyor ve yine kendisi çok güzel bir şekilde cevaplandırıyor. Onun kelimesine dokunmadan sadece tercüme edilmiş halini şu şekilde veririz: Allah'ın birliğine, vahdaniyetine ve O'nun Peygamberinin risaletine imandan doğan bir sistem vardır. Tevhid sistemi. Bu imanî sistemden ahlaki bir sistem doğar, ondan da dini sistem diye tabir ettiğimiz kulluk vazifelerini, dolasıyla ibadeti içeren bir sistem doğar ve bunların üzerine sosyal bir sistem oluşur. Sosyal sistemin üzerine de iktisadi bir sistem gelişir. Biraz önce dedik, Küba hariç sosyalist sistem diğer ülkelerin tamamında terk edildi. Çin'de bir komünist parti iktidarı var ama iktisadi manada Çin de kapitalist sisteme geçiş yaptı ve artık iktisadi olarak dünya kapitalist sisteminin bir parçası olarak yerini aldı.
"Kapitalizm; menfaati kutuplaştıran, kişisel çıkarı ilahlaştıran vahşi bir kültürün ürünüdür"
Kapitalizmin acımasız bir sistem olduğunun altını çizen Yapıcıoğlu, "Biz bulunduğumuz noktadan siyasi olarak meseleye şöyle yaklaşıyoruz. Parti programından birkaç alıntıyla devam edelim. Diyoruz ki, kapitalizm; menfaati kutuplaştıran, kişisel çıkarı ilahlaştıran vahşi bir kültürün ürünüdür. Acımasız bir sistemdir ve bu ekonomik sistemin uygulandığı yerlerde insanlık ailesi yoksulluğa sürüklenmiştir. Ve hatta bu büyük insanlık ailesinin Hazreti Adem ile Havva'nın çocuklarının önemli bir kısmı açlıkla çelişmektedir. Bir taraftan dünyanın bazı yörelerinde Afrika gibi, Uzakdoğu'nun bazı yerleri gibi, hatta kapitalizmin merkezi olan Amerika gibi yerlerde bile kısmen insanlar sokakta yaşayıp açlık ile pençeleşiyor. Ama öbür tarafta doyumsuz ihtiras sahipleri dünyanın yeraltı ve yerüstü kaynaklarını çok hızlı bir şekilde tüketiyorlar. Peki bu vahşi sistem uygulanırken bu sistemin dayandığı temel iktisadi prensip nedir? Yani onlara göre nedir problem? Niçin insanların bir kısmı açlık ile pençeleşiyor? Niçin? Kapitalizmin ortaya çıkarken Batı sisteminin insanlara vadettiği özgürlük, refah yayılmıyor. Herkes refahtan payını almıyor, herkes karnını doyuruyor. Bu sistemin kurucularının en temeli yerleştirdiği bir kelime vardır. O da adına kıtlık kanunu dedikleri şeydir. Nedir bu kıtlık kanunu? Onlar ihtiyaçlar sınırsızdır, kaynaklar kıttır diyor. Bizim bakış açımıza ve düşüncemize göre ise sınırsız olan ihtiyaçlar değil, insan ihtiraslarıdır. Ve o doyumsuz ihtirasların peşinden insanı sürükleyen insanın nefsinin arzularıdır." dedi.
"Fakirlerin ihtiyacı zenginlerin israfı kadardır"
Hazreti Ali'nin bir sözünü hatırlatarak konuşmasına devam eden Yapıcıoğlu şöyle konuştu:
Hazreti Ali'nin (Radiyallahu Anhu) öyle veciz bir şekilde ifade etmişti ki, o sözlere değinmeden, onları hatırlamadan geçmek olmazdı. Hazreti Ali Efendimiz diyor ki, 'dünyanın herhangi bir yerinde bir lokma ekmeğe muhtaç birisi varsa, muhakkak surette başka bir köşesinde fazladan yiyen ya da toplayan birisi vardır.' Yine çok veciz bir ifadeyle Hazreti Ali derki, 'Fakirlerin ihtiyacı zenginlerin israfı kadardır.' Yani aslında kaynaklar kıt değil. Allah-u Teâlâ herkesin rızkını gönderiyor. O sadece Razık değil, O Rezzak'tır. Her mahlukun, rızka ihtiyaç duyan her canlının rızkını Allah-u Teâlâ gönderir.
"İslam iktisadı Kur'an ve sünnet esaslarından oluşur"
Kapitalizmin temel varsayımı olan "Kıtlık Kanunu"nun barındırdığı çelişkileri gözler önüne seren Yapıcıoğlu, sözlerini şöyle sürdürdü:
Kapitalizmin temel varsayımı, temel kanunu kıtlık kanunudur ki, ihtiyaçlar sınırsız kaynaklar kıttır. Peki sadece bu mudur? Hayır. Onlar kendi teorilerini temellendirirken, şu temel varsayımlardan yola çıkıyorlar. Diyorlar ki insanlar bencil ve rasyoneldir, herkes kendini düşünür. Yine diyorlar ki insanlar kendi maddi refahını ve kârını en üst seviyeye çıkarmaya çalışır. Yani kâr ve refah maksimizasyonuna çalışır insanlar. Yine diyorlar ki, insanlar gelecekle ilgili bir bilgiye sahiptirler, geleceği görürler ve ona göre iktisadi olarak kendi pozisyonlarını alırlar.
Ancak İslam iktisadının özünde ve temelinde ise şunlar vardır: Biz diyoruz ki İslam iktisadı Kur'an ve sünnetin esaslarından oluşur. Bu esaslar ilahi niteliktedir, kaynağı ilahidir. Kaynağı ilahi olduğu için de bu esaslar doğrudur. Ayetlerin başka bir makam tarafından tasdik ve teyit edilmeye ihtiyacı da yoktur. Allah-u Teâlâ bir şeyi söylemişse Allah doğruyu söylemiştir. O, her zaman doğruyu söyler. Başka birisinin onu teyit etmesine ihtiyacı yoktur. İnsan aklı; ayette, sahih sünnette veya hadiste herhangi bir şey olmadığı zaman devreye girer. 'Olmaz' ile belirlenmiş olan çerçevenin içerisinde kalmak kaydıyla bazı çıkarımlarda bulunur. Herhangi bir teori; bu ister kapitalizm olsun ister sosyalizm olsun ister komünist iktisat teorisi olsun ya da sosyal alanlarla ilgili bir teori olsun. Bizim nas dediğimiz kesin olarak belirlenmiş herhangi bir kriter, herhangi bir ölçüt ile ters düşerse, ona uymazsa, o mizana uymazsa, bariz ve açıklanamaz bir çelişki taşıyorsa, o ölçüye göre o zaman ekstradan bir sorgulama yapmaya ihtiyaç duymaksızın biz bunu ret ederiz, elimizin tersiyle iteriz.
"Kıtlık, fakirlik ve açlık neden oluşur?"
Kıtlığın, fakirlik ve açlığın sebeplerini irdeleyen Yapıcıoğlu, "Nehirler, denizler, yer, gök, gemiler, ay, güneş hepsi insanın emrine amade. Zira 'Allah yeri, göğü, dünyanın içindekileri ve ikisini arasındakileri insanın emrine amade kıldı. İnsan için yarattığı insanı da kendisi için yarattı.' Devamındaki ayette, İbrahim Suresi'nin 34'üncü ayetinde, 'Allah'ın nimetlerini saymaya kalkarsanız onu sayamazsınız ve size kendisinden istediğin şeylerin hepsinden verdi. Bununla beraber Allah'ın nimetini saymaya kalksanız onu sayamazsınız. Muhakkak ki insan Allah'ın bunca nimetlerine rağmen gerçekten çok zalimdir, çok nankördür.' Temel problemimiz budur. Yani mesele kaynakların kıtlığı değildir. Nedir peki bu? Nankörlük ve zalimlik… yani nasıl zulmediyor, nasıl nankörlük yapıyor? Biraz bunu açalım. Yine Şura suresinin 27'nci ayetinde, 'Allah kullarına tümüne birden, eğer rızkı bol bol verseydi, yeryüzünde mutlaka azgınlık ederlerdi. Fakat o rızkı dilediği ölçüde indirir. Hazineler O'nun katındadır. Ama birden hepsini indirmez, parça parça takdir edilmiş belli bir ölçü ile indirir. Şüphesiz O, kullarından hakkıyla haberdardır ve onları hakkıyla görendir.' şeklinde buyuruyor." ifadelerini kullandı.
Yapıcıoğlu; kıtlık, fakirlik ve açlığın oluşma sebeplerini şöyle açıkladı:
Fakirlik ve kıtlık, açlık neden oluşur? Allah-u Teâlâ insana istediği her şeyi vermesine, güneşi, ayı dahil insanın hizmetine vermiş olmasına rağmen niçin açlık oluşuyor? Çünkü sonsuz olan ihtiyaçlar değil, ihtiraslardır. İnsan başkasının hakkını gasp ederek zulmeder. Dedik ya insanoğlu zalimdir, çok zalimdir ve çok nankördür. Yine insan tabi kaynakları tam olarak emek ve israf suretiyle, tembellik suretiyle nankörlük eder, elindeki imkanları kullanmaz, tembellik eder. Ya da israf eder, böylece o nimetin kadrini bilmez, nimete karşı nankörlük eder ve çok sefer o nankörlük, belki o nimetin elden çıkıp gitmesine sebep olur.
İsraf, kaynakları tüketir ve insanoğlunun ihtiraslarını körükler. O ihtiraslara teslim olmak ise, kaynakların israf edilmesine ve tabiatın tahribine, zayıflara da zulüm edilmesine giden yolu açar. Bundan başka bir sonuç da ondan beklememek gerekir. Öyleyse bunlardan yola çıkarak diyoruz ki, iktisaden yapılması gereken en önemli iş ihtiraslarla mücadele etmektir. Eğer insanoğlunun ihtirasları dizginlenebilir ise, insanoğlu kulluk dairesinin içerisine çekilebilir. Yani insanoğlu İslamlaşırsa, yani Allah'ın hükmüne boyun eğerse, yani her alanda kul olduğunu hatırlar ve ona göre davranırsa iktisadi problem çözülür. Öyle ki tarihimiz bunu bize gösteriyor. İslam'ın tam manasıyla uygulandığı dönemde zekat verilecek fakir bulunamamıştır. Bundan dolayı diyoruz ki evet, insanoğlunun o ihtiraslarıyla mücadele etmek belki iktisadi manada da yapılacak en önemli işlerdendir.
Yapıcıoğlu, konuşmasından sonra sektör temsilcilerin kurduğu stantları ziyaret etti.
"3. İş Adamları Toplantısı" sektörel toplantılarla devam etti. Toplantı yarın yapılacak yönetim, il başkanları ve temsilciler toplantısı sonrasında sonuç bildirisi okunarak sona erecek. (İLKHA)