31 Ocak 1997'de Refah Partili Sincan Belediyesi tarafından Filistin'le dayanışma gecesi düzenlendi. Dünya Kudüs Günü'ne denk gelen bu geceye İran Büyükelçisi Muhammed Rıza Bagheri de davet edildi. Programda, Filistin intifadasını canlandıran bir tiyatro sergilendi ve çeşitli konuşmalar yapıldı. Sincan Belediye Başkanı Bekir Yıldız da burada bir konuşma yaptı. Bekir Yıldız yaptığı konuşma nedeniyle 6 Şubat'ta gözaltına alındı. Daha sonra yargılandığı Devlet Güvenlik Mahkemesi (DGM) tarafından 4 yıl 7 ay hapis cezasına çarptırıldı. Sincan'daki etkinliği günlerce manşetlere taşıyan cunta medyası, hükümeti zor durumda bırakmak için yoğun çaba sarf etti.
4 Şubat 1997'de Başbakan Necmettin Erbakan, Sincan'daki etkinlik nedeniyle gerilen ortamı yumuşatmak amacıyla "Biri hataen bir resim asarak bu ülkeyi yıkamaz." dedi. Aynı gün 20 tank ve 15 zırhlı araç Sincan kent merkezinden geçiş yaptı. Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Çevik Bir, tankların Sincan'dan geçişi ile ilgili olarak daha sonra yaptığı açıklamada "Demokrasiye balans ayarı yaptık." ifadesini kullandı. Cumhurbaşkanı Demirel, Sincan'daki olaylar nedeniyle Başbakan Erbakan'a bir "uyarı mektubu" gönderdi.
15 Şubat 1997'de Cunta'nın yönlendirmesi ile Ankara'da "Şeriata karşı kadın yürüyüşü" adı verilen bir organizasyon düzenlendi. Yürüyüşe TBMM Başkanvekili Uluç Gürkan ve CHP Genel Başkanı Deniz Baykal da katıldı.
24 Şubat 1997'de Genel Kurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı siyonist işgal rejimini ziyaret etti. Karadayı, dönemin siyonist işgal rejimi sözde Başbakanı Benjamin Netanyahu ve Genelkurmay Başkanı Amnon Şahak ile görüştü. Karadayı, Netanyahu'ya "Türkiye ile israil arasındaki ilişkiler her zaman iyi olmuştur. Bundan sonra daha iyi olacaktır." dedi.
MGK kararlarından hemen önce siyonist işgal rejimine yapılan bu ziyaret, darbenin arkasında siyonistlerin olduğu iddialarını güçlendirdi. Nitekim ABD'deki Yahudi lobilerinden Yahudi Ulusal Güvenlik Enstitüsü (JINSA) 28 Şubat bildirisinden bir yıl sonra yaptığı açıklamada Erbakan hükümetini kendilerinin devirdiğini itiraf etmişti.
28 Şubat kararları
24 Şubat 1997'de Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, "İrtica PKK'dan daha büyük bir tehlikedir." dedi.
28 Şubat 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel başkanlığında Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplandı. 9 saat süren toplantının ardından 28 Şubat kararları açıklandı. "Rejim aleyhtarı irticai faaliyetlere karşı alınması gereken tedbirler" başlıklı bildiri, toplam 18 maddeden oluşuyordu.
Buna göre; temel eğitim 8 yıla çıkarılacak, imam-hatip okulları meslek okuluna dönüştürülecek, irticai faaliyetlere katıldıkları için TSK'daki görevlerine son verilen askerler belediyelerde istihdam edilmeyecekti. Tüm Kur'an kursları Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okullara bağlanacak, tarikatların faaliyetleri yasaklanacak ve bunlarla ilişki içinde olan finans kuruluşları ve vakıflar kapatılacaktı.
28 Şubat kararlarının ayrıntılı düzenlemelerden ziyade çerçeve niteliğinde olması, kararları uygulayacak mercilere geniş bir inisiyatif vermiş, ilgili tüm alanlara askerin müdahalesi için açık kapı bırakmıştı.
Erbakan, MGK kararlarını imzalamadı
4 Mart 1997'de Başbakan Necmettin Erbakan, MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç'tan kararların yumuşatılmasını istedi, aksi halde bildiriyi imzalamayacağını söyledi.
13 Mart'ta Başbakan Necmettin Erbakan, medya tarafından MGK kararlarını "imzaladı" şeklinde sunuldu. Ancak 2013'te başlatılan "28 Şubat Post Modern Askeri Darbesi Davası" soruşturmasında Erbakan'ın kararları imzalamadığı, MGK tutanakları incelenerek teyit edildi.
Kararların açıklamasından sonra işçi ve işveren sendikaları konfederasyonları, 28 Şubat kararlarına destek verdiklerini açıkladı.
5 Mart 1997'de MGK Genel Sekreteri Orgeneral İlhan Kılıç, Başbakan ile görüşmesinden sonra, 28 Şubat kararları için imzaların atıldığını söyledi. Erbakan, MGK kararlarının uygulanmaması için harekete geçti. Kararların TBMM'de tartışılmasını istedi. Buna karşı TBMM Başkanı Mustafa Kalemli, "MGK kararlarının muhatabı hükümettir. Kesinlikle bunları Meclis'te tartıştırmam." diyerek safını belirledi.
7 Mart 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, MGK kararlarının arkasında olduğunu göstererek söz konusu kararların uygulanmaması durumunda uygulamayanların sorumlu olacağını söyledi.
Binlerce Kur'an kursu, dernek ve vakıf kapatıldı
12 Mart 1997'de 28 Şubat kararları doğrultusunda ilk olarak Ankara'da 3 Kur'an kursu kapatıldı. Daha sonra baskılar tüm ülkeye yayılarak binlerce Kur'an kursu ve dini eğitime ağırlık veren dernek ve vakıf kapatıldı.
22 Mart 1997'de Millî Eğitim Bakanlığı, imam hatip liselerini de kapsayan bütün ortaokulların aşamalı olarak kaldırılması yöntemi üzerinde durulduğunu açıkladı.
25 Mart 1997'de Genelkurmay Başkanı Orgeneral Karadayı, MGK kararlarına atıfla "Burada alınan kararlar, herkesin riayet etmesi gereken kararlardır." diyerek MGK'nın, hükümetin ve Meclisin üzerinde olduğuna işaret etti.
"İlk hedef irticadır"
31 Mart 1997'de 28 Şubat'tan sonraki ilk MGK toplantısı yapıldı. Toplantıdan sonra açıklamada bulunan Genelkurmay İkinci Başkanı Çevik Bir, laiklik karşıtı akımlarla mücadele etmenin TSK'nın birinci önceliği olduğunu ifade ederek "İlk hedef irticadır." dedi.
4 Nisan 1997'de darbe sürecinde hükümet karşıtı tavırlarıyla dikkat çeken TÜSİAD darbecilere açık destek verdi. TÜSİAD Başkanı Muharrem Kayhan, yaptığı açıklamada "MGK sivillerin boşluğunu doldurdu." dedi.
Fetullah Gülen'den darbecilere destek
16 Nisan 1997'de FETÖ lideri Fetullah Gülen, katıldığı bir televizyon programında 28 Şubat darbesini destekledi. Gülen MGK kararları için "İslami usullere göre değerlendirildiğinde bu bir içtihattır. Hata yapsalar bile sevap alırlar." dedi.
18 Nisan'da Hürriyet gazetesinin manşetinde Gülen'in Refah-Yol hükümetine çağırısı yer aldı. Gülen, "Emaneti iade edin, çekilin!" diyordu. Gülen daha sonra çıktığı bir televizyon programında ise cuntacıları överek "Asker daha demokrat." ifadelerini kullanmıştı.
Tesettüre uygun giyinenler baskı altına alındı
17 Nisan 1997'de 28 Şubat sürecinin verdiği cesaretle haddini aşan Erzurum Jandarma Bölge Komutanı Tuğgeneral Osman Özbek'in, Başbakan Necmettin Erbakan'a küfür ettiği konuşması medyaya yansıdı.
14 Mayıs 1997'de 28 Şubat kararları doğrultusunda Kılık Kıyafet Kanunu'na aykırı hareket edenlere karşı operasyonlar başladı. Tesettüre uygun giyinenler baskı altına alındı. Cübbe giyip sarık takanlar kamu kurumlarına alınmadı. Aileleri tesettürlü olan askerler büyük baskıya ve tecride maruz kaldı.
Refah Partisi'nin kapatılması talebi
21 Mayıs 1997'de Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, iktidardaki Refah Partisi'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu. Türkiye'nin iç savaşa sürüklendiğini öne süren Savaş, Refah Partisi'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu savunarak kapatılmasını talep etti.
27 Mayıs 1997'de Olağanüstü toplanan Yüksek Askerî Şûra (YAŞ) kararıyla 161 subay ve astsubay terfi beklerken sebep gösterilmeden ordudan atıldı. Bu askerler ya namaz kıldıkları için ya da eşleri başörtülü oldukları için fişlenerek ordudan atıldı. Bu fişlemeler Batı Çalışma Grubu adı verilen illegal bir yapı tarafından yapılıyordu.
7 Haziran 1997'de Genelkurmay Başkanlığı, sözüm ona irticai faaliyetleri desteklediğini iddia ettiği bazı firmalara ambargo koydu.
10 Haziran 1997'de Genelkurmay Başkanlığına çağırılan Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay başkan ve üyelerine brifing verildi.
11 Haziran 1997'de Genelkurmay Başkanlığında basın mensuplarına brifing verildi. Kendi programlarının her alanda uygulamaya girmesi için kamuoyunda baskı oluşturmak isteyen 28 Şubat cuntası daha sonra rektörler, STK temsilcileri gibi kesimlere de brifingler verdi. Brifinglerde Refah-Yol hükümeti hedef gösterildi.
Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti
18 Haziran 1997'de Necmettin Erbakan başbakanlıktan istifa etti. Erbakan, istifasının nedeninin başbakanlığı Tansu Çiller'e devretmek olduğunu söyledi.
19 Haziran 1997'de Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, hükümet kurma görevini teamülleri göz ardı ederek TBMM'de çoğunluğu olan Doğru Yol Partisi lideri Tansu Çiller yerine ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'a verdi.
30 Haziran 1997'de 28 Şubat cuntasının direktifleri doğrultusunda Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Hüsamettin Cindoruk'la birlikte ANASOL-D Hükümeti'ni kurdu. Yeni hükümeti sıkı markajda tutan asker, 28 Şubat kararlarının uygulanması için İçişleri Bakanlığı ve Genelkurmay arasında "Emniyet, Asayiş, Yardımlaşma" (EMASYA) protokolünü imzalattı. Bu protokolle askerin sivil bürokrasiyi kontrol etmesinin önü açıldı.
8 yıllık zorunlu eğitim
17 Ağustos 1997'de ANASOL-D Hükümeti 8 yıllık zorunlu eğitim yasasını TBMM'den geçirdi. Bu yasanın amacı, imam hatiplerin orta kısmının kapatılması ve Kur'an kurslarına katılım yaşının ortaokulu bitirme yaşı olan 14'e çekmekti. Bu yasanın çıkarılış sürecinde gelen tepkilere aldırış etmeyen Başbakan Yılmaz, "Siyasi hayatıma mal olsa da bu yasayı çıkaracağım." dedi
İkna odaları
7 Ekim 1997'de İstanbul Üniversitesi başörtülü öğrencilerin kayıtlarını yapmadı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı Nur Serter'in öncülük ettiği ikna odalarında başörtülü öğrenciler başlarını açmaları için baskı gördü.
17 Aralık 1997'de İsmail Alptekin başkanlığında Fazilet Partisi kuruldu. Fazilet Partisi, Refah Partisi'nin Anayasa Mahkemesi tarafından kapatılma ihtimali üzerine kuruldu.
Refah Partisi kapatıldı
16 Ocak 1998'de Refah Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı.
Konu ile ilgili açıklamada bulunan dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Ahmet Necdet Sezer, partinin "laik Cumhuriyet ilkelerine aykırı eylemlerin odağı olduğu" gerekçesiyle kapatıldığını söyledi.
Refah Partisi'nin kapatılmasının ardından bağımsız kalan milletvekilleri Fazilet Partisi'ne katıldı.
Recep Tayyip Erdoğan'a hapis cezası
21 Nisan 1998'de İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12 Aralık 1997'de Siirt mitinginde okuduğu şiir sebebiyle 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.
Erdoğan'ın aldığı hapis cezasından sonra Hürriyet gazetesi "Muhtar bile olamayacak" manşetini attı.
Erdoğan belediye başkanlığını bırakarak 26 Mart 1999'da cezaevine girdi. 24 Temmuz 1999'da tahliye oldu.
3 bin 500 başörtülü öğretmen görevden alındı
9 Haziran 1998'de İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulunda sınava girmek isteyen tesettürlü öğrenciler polis zoruyla okuldan çıkarıldı. Aynı üniversitenin Fen Fakültesinde 11 tesettürlü öğrencinin mezuniyetlerine bir hafta kala üniversite ile ilişikleri kesildi. Takip eden günlerde değişik üniversitelerde ve liselerde başörtülü öğrenciler sınavlara alınmadı.
24 Haziran 1998'de Millî Eğitim Bakanlığı, 3 bin 500 öğretmeni başörtülü oldukları için görevden aldı.
2 Ağustos 1998'de cami yapımını kısıtlayan yasa yürürlüğe girdi.
28 Şubat postmodern darbesi ve yaşattıkları
İslam inancını ve bu inancı yaşamayı doğrudan hedefine koyan 28 Şubat zihniyeti ve Batı Çalışma Grubu, toplumu inanç üzerinden kutuplaştırmış, bununla birlikte Müslüman siyasetçilerin iktidarda olması sebebiyle de onları iktidara taşıyan toplumu cezalandırmıştır.
Toplumun yüzde 99'unun Müslüman olduğu bir ülkede, asgari dini vecibeler irticai faaliyet kapsamında değerlendirilmiş; namaz kılan, eşi örtülü olan yüz binlerce insan aşırı dinci olarak fişlenmiş, kamu kurum ve kuruluşlarındaki görevlerine son verilmiştir.
Genç neslin yetişmesinde önemli katkıları olan İmam Hatip Okulları ile birlikte mesleki eğitim kurumları engellemelerle, katsayı zulmü ile işlevsiz hale getirilmiş ve kapılarına kilit vurulmuştur. Özellikle tıp, hukuk, iktisat, işletme, eğitim, mühendislik gibi bölümlerde okuyan bayan öğrencilerin, başı örtülü olduğu gerekçesiyle üniversiteye alınmaması, direnen öğrencilerin derdest edilmeleri ve kara propaganda ile adeta hain olarak suçlanmaları toplumun hafızasında silinmeyecek yaralar açmıştır.
Brifingli ve talimatlı yargı
28 Şubat'ın en ağır bedellerinden biri de brifingli ve talimatlı yargının gadrine uğrayan bir nesil olmuştur.
Adil yargılanma hakkı, masumiyet karinesi ve evrensel ceza hukuku kurallarının ihlal edildiği, uzun gözaltılar, ağır işkenceler, müdafisiz yargılanma gibi uygulamalarla pek çok Müslüman şahsiyetin on yıllar boyunca cezaevlerine terk edildiği bir süreç yaşanmıştır. Yani aslında bu süreç, sol-seküler anlayışların önünün açıldığı, dindar kesimlerin ise yok edilmesi girişimidir.
Bu anlamda küresel emperyalist sistem ile uyumlu sol-seküler laik bir anlayışa sahip olan yapılanmalar birer vesayet kurumuna dönüştürülmüştür.
Yeni sivil bir anayasa yapılması zorunluluktur
Topluma büyük mağduriyetler yaşatan bu sürecin bitirilebilmesi için darbe ürünü olan ve kendinden sonra da darbelere meşruiyet zemini oluşturmaya elverişli 1982 Anayasası yerine, tamamen yeni sivil bir anayasa yapılması bir zorunluluk ve siyaset kurumunun ertelenemez bir görevidir.
28 Şubat döneminde BÇG ve FETÖ tarafından oluşturulan devlet hafızası temizlenmeli, o ağır şartlarda yapılan tehdit/düşman tanımlaması mutlaka değiştirilmelidir. Bu manipülatif kirli hafızaya dayanılarak yapılan güvenlik soruşturmaları kaldırılmalı ve şimdiye kadar oluşan mağduriyetler ivedilikle giderilmelidir. (İLKHA)