"Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" projesi ile ilgili tepkiler ve tartışmalar devam ederken, bu durum, "Cinsiyet Eşitliği" ne anlama geliyor, "Cinsiyet Eşitliği" ile ne amaçlanıyor, "Cinsiyet Eşitliği"nin getirisi ve götürüsü nedir? gibi soruları da beraberinde getirdi.
Tartışmalar, özellikle Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un ifadeleri üzerinden yapılan "Cinsiyet eşitliğine duyarlı okul geliyor" başlıklı haber ile farklı bir boyut kazandı.
Artan tepkilerin ardından Milli Eğitim Bakanlığı, açıklama yapmak durumunda kaldı.
Bakanlıktan yapılan açıklamada, "Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi" (ETCEP) hakkında basında yer alan haberlere işaret edilerek söz konusu projenin tamamlanmış olduğu ve şu an bu tarzda devam eden bir proje olmadığı kaydedildi.
Bakanlığın bitti dediği proje: ETCEP
Avrupa Birliği ve Türkiye Cumhuriyeti tarafından ortaklaşa finanse edilen ve Millî Eğitim Bakanlığı Ortaöğretim Genel Müdürlüğü koordinasyonunda yürütülen, "Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi" (ETCEP), 1 Eylül 2014 tarihinden itibaren 24 aylık bir proje olarak uygulanmaya başlandı.
Projenin konsorsiyum ortakları; British Council (İngiltere), Ankon Danışmanlık (Türkiye), FCG International (Finlandiya), Fondazione Giacomo Brodilini (İtalya), SIPUI (İsveç) ve TEPAV (Türkiye) şeklinde açıklandı.
Pilot okullarda 24 ay boyunca devam eden projenin, süresi dolması hasebiyle sona erdiği belirtildi.
Projeye, "eşcinsellik aşılıyor" diye büyük tepkiler gelirken, etkinliklere ait fotoğraflar da "kadın ve erkeklerin rollerinin değiştirildiği", "fıtrata aykırı roller aşılandığı" gerekçeleriyle büyük tepki çekti.
Peki gerçekten eğitimde "cinsiyet eşitliği" ile ilgili çalışmalar bitti mi?
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk'un 29 Aralık 2018 tarihinde AKŞAM gazetesine özel değerlendirmeler yaptığı habere göre, Milli Eğitim Bakanlığı (MEB), pilot çalışmasını 162 okulda başlattığı "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği'ne Duyarlı Okul" projesini geliştiriyor. Bakanlık proje kapsamında, MEB'e bağlı okullarda uygulanacak eylem planları hazırlıyor.
Söz konusu haberde, Selçuk, "Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Etkinlik Kitabı hazırlandı. Kitap kapsamında 9. ve 10. sınıf seviyesinde derslerde ünitelere uygun, etkinlikler yaptık. Uzmanlar tarafından hazırlanan taslak etkinliklerin incelenmesi ve değerlendirilmesi amacıyla branş ve rehberlik öğretmenlerinin katılımıyla bir çalıştay gerçekleştirildi." ifadelerine yer verdi.
Milli Eğitim Bakanlığının "Bilgi Notu" çalışmaların devam ettiğini kanıtlıyor
Konuya ilişkin Milat gazetesi yazarı Serdar Arseven'in "Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul' da ne demek?" başlıklı yazısı, Milli Eğitim Bakanlığının Bilgi Notu'nu özetleyerek yapılan çalışmalara ışık tutuyor.
Yazıdaki özet kısmı olduğu gibi aşağıya veriyoruz:
"162 Okulu kapsayan Cinsiyet Eşitliği" çalışması gelince gündemimize…
Bakanlık'taki kapsamlı "Bilgi Notu"na bakmak gerekti.
Milli Eğitim Bakanlığı ile Birleşmiş Milletler/UNICEF işbirliğinden söz ediliyor orada.
Malûm;
"Dünya Beşten Büyük" ama BM, "Beşli Çete"nin emrinde!..
Ve orayla işbirliğiyle gerçekleştirildiği belirtilen "EĞİTİMDE TOPLUMSAL CİNSİYET EŞİTLİĞİNİN GELİŞTİRİLMESİ KAPSAMINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN ÇALIŞMALAR" başlıklı "Bilgi Notunda" (özetle) şunlar denmekte:
"(…) Eğitimde toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bir yaklaşımın yaygınlaştırılması amacıyla 2014-2016 yılları arasında (…) 'Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi (ETCEP)' yürütülmüştür. ETCEP kapsamında elde edilen çıktıların yaygınlaştırılması ve konuya ilişkin diğer ihtiyaçların karşılanmasını teminen Genel Müdürlüğümüz ile UNICEF iş birliğinde 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul Standartlarının Yaygınlaştırılması' çalışması yürütülmektedir."
Evet…
Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine "DUYARLI" okul standartları…
BM/UNICEF ile işbirliği…
Çayımızdan bir yudum çektikten sonra…
Buradan devam edelim:
"(…) UNICEF iş birliğinde 2018-2019 İki Yıllık Çalışma Planı doğrultusunda (…) 'Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul Standartlarının Yaygınlaştırılması' çalışması ile 81 ilde Genel Müdürlüğümüze bağlı 162 pilot okulda;
(…) 'Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Etkinlik Kitabı' hazırlanmıştır. Hazırlanan taslak Etkinlik Kitabı'nda 9. sınıf seviyesinde (…) toplumsal 'cinsiyet eşitliğine duyarlı etkinlikler' yer almaktadır. Pilot olarak belirlenen 162 okulun okul yöneticisi, rehberlik ve bir branş öğretmeni olmak üzere toplam 468 kişiye Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Hizmetiçi Eğitimi verilmiştir. (…) Pilot okulların toplumsal "cinsiyet eşitliği mevcut durum analizi" yapılmış ve (…) cinsiyet eşitliğine duyarlı okul standartlarını sağlamaya yönelik okul eylem planları hazırlanmıştır.
"Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Okul Standartları uygulamaları" kapsamında (…) 12 ilde 24 pilot okula izleme ziyareti gerçekleştirilmiştir.
(…) Taslak Değerlendirme ve İyi Uygulama Örnekleri Raporu hazırlanmıştır. Söz konusu rapor, Bakanlığımız değerlendirmeleri doğrultusunda revize edilmektedir.
(…) Her pilot okuldan ikişer kişi olmak üzere toplam 324 kişinin katılımıyla gerçekleşen toplantıda ayrıca 2018-2019 eğitim ve öğretim yılında pilot okulların çalışma kapsamında gerçekleştireceği faaliyetlere ilişkin bilgi verilmiştir. Hâlihazırda, çalışma kapsamında 81 ilde 162 pilot okulda mevcut durum analizlerinin gerçekleştirilmesi ve bu doğrultuda okul eylem planlarının hazırlanması süreci devam etmektedir."
Türkiye'de "Cinsiyet Eşitliği" ile ilgili yapılan çalışmalar bir zorunluluk mu?
Bakan Selçuk'un AKŞAM'da yer alan haberine göre ve yukarıda alıntıladığımız makaleden anlaşıldığı üzere, ETCEP bitmiş olsa da Bakanlığın Cinsiyet Eşitliğine ilişkin çalışmaları devam ediyor.
Üstelik 2014-2016 yılları arasında pilot okul sayısı 40 olan ETCEP'ten sonra, "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği'ne Duyarlı Okul" projesi kapsamında 81 ilde 162 okulda pilot çalışması başlatılmış, kitaplar basılmış, uzman görüşlere başvurulmuş ve çalıştay gerçekleştirilmiş.
Bunca tepkiye rağmen Milli Eğitim Bakanlığının, eğitimdeki ciddi sıkıntılar dururken "Cinsiyet Eşitliği" projesini bu kadar öncelemesi "Türkiye'de 'Cinsiyet Eşitliği' ile ilgili yapılan çalışmalar bir zorunluluk mu?" sorusunu akıllara getirdi.
İstanbul Sözleşmesi ve "Cinsiyet Eşitliği"
Türkiye'deki "Cinsiyet Eşitliği" hususundaki çalışmalar, İstanbul Sözleşmesi'nden kaynaklanan bir zorunluluk.
Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi olarak açılımı yapılan İstanbul Sözleşmesi, Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve yaptırım gücü olan uluslararası bir sözleşmedir.
Sözleşme, ilk olarak Türkiye tarafından Mayıs 2011'de İstanbul'da imzalandığı için İstanbul Sözleşmesi adını almıştır.
10 ülkenin imzalamasının ardından 1 Ağustos 2014'te yürürlüğe giren Sözleşme'de AB ülkelerinin ekseriyetinin imzası bulunuyor.
"Eğitimde Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Geliştirilmesi Projesi" (ETCEP) ise sözleşmenin yürürlüğe girdiği tarihten sadece bir ay sonra 1 Eylül 2014 tarihinde başlatılmıştır.
Toplumsal Cinsiyet Eşitliği nasıl tanımlanıyor?
İstanbul Sözleşmesi Madde 3/c'de toplumsal cinsiyet şöyle tanımlanıyor: "Toplumsal cinsiyet, herhangi bir toplumun, kadınlar ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal anlamda oluşturulmuş roller, davranışlar, faaliyetler ve özellikler olarak anlaşılacaktır."
Burada kadın için uygun rollerin, fıtratından kaynaklanan roller değil de toplum tarafından uygun olduğu düşünülen ve sosyal anlamda oluşturulmuş roller olarak ifade edilmesi dikkat çekiyor.
Kadınlık ve erkeklik davranışlarının yeniden kurgulanıp değiştirilmesi
Aile Akademisi Derneği ise hazırladığı sunumda bu konuda şöyle diyor: "Feminist gruplar cinsiyeti ikiye ayırmaktadır. Onlara göre bir doğuştan getirdiğimiz biyolojik cinsiyet (sex) bir de sonradan kazandığımız cinsiyet vardır. Sonradan kazanılan cinsiyete toplumsal cinsiyet (gender) denilmektedir. Kadınla erkeğin sosyal rol ve davranışlarının sebebi doğuştan getirdiği farklılıklar değildir. Bu nedenle kadınlık ve erkeklik davranışları yeniden kurgulanıp değiştirilebilir. Kadınlara bugün bildiğimiz geleneksel anlamdaki erkeklik rolleri, erkeklere de kadınlık rolleri yüklenebilir. Bugün yapılmaya çalışılan şey de budur. Bunun farkında olan akademisyenlerden biri olan Harvard Üniversitesi'nden Dr. Brizendine buna ilişkin şöyle söylemektedir: 'Oysa bize insanlardaki cinsiyet ayrımının ailelerin çocukları kız ya da erkek olarak yetiştirmelerinden kaynaklandığı öğretilmişti. Bugün bunun tamamen doğru olmadığını biliyoruz. Özgür irade ve politik olarak doğru davranmak adına biyolojinin beyin üzerindeki etkisini görmezden gelmeyi deniyoruz, kendi doğamızla savaşıyoruz."
İstanbul Sözleşmesi LGBTİ'leri de koruyor
Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Kadriye Bakırcı, İstanbul Sözleşmesi ile ilgili hazırladığı çalışmasında madde 4/3'te LGBTİ'lerin durumuna dikkat çekiyor.
Prof. Dr. Bakırcı, çalışmasında şu ifadelere yer veriyor: "İstanbul Sözleşmesi, LGBTİ bireylerden açıkça söz etmemesine rağmen, taraf devletlerce Sözleşme'de öngörülen korumanın (toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği dâhil), hiçbir ayrıma yer vermeksizin bütün gruplara sağlanması gerektiğini öngördüğünden, ev içi şiddet mağduru LGBTİ bireylerin de, Sözleşme'nin sağladığı korumanın kapsamında olduğunun kabul edilmesi gerekir."
İstanbul Sözleşmesindeki tepki çeken "… din ve sözde 'namus' …" ifadesi
İstanbul Sözleşmesi Türkiye'ye kimi yükümlülükler getiriyor.
Sözleşme, 12/1 maddesinde taraf devletleri sosyal ve kültürel alanda değişimlerin desteklenmesi yönünde tedbir almaya çağırıyor.
Madde 12/1 şöyle: "Taraflar, kadınların daha aşağı düzeyde olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal olarak klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olacak tedbirleri alacaklardır."
Geleneksel değer yargılarını, örf ve dini "Cinsiyet Ayrımcılığının" asıl kaynakları olarak gören bu zihniyetin, namus mefhumunu da hakir görüp "sözde namus" ifadesiyle anması tepkilere neden oldu.
Madde 12/5 şöyle: "Taraflar kültür, töre, din, gelenek veya sözde 'namus' gibi kavramların bu Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eylemine gerekçe olarak kullanılmamasını temin edeceklerdir."
Sözleşme emrediyor: Cinsiyet Eşitliğinde farkındalığı arttır ve bunu eğitim müfredatına al
Farkındalığın arttırılması ve programların yaygınlaştırılmasına dair:
Madde 13/1: "Taraflar bu Sözleşme kapsamındaki her türlü şiddet eyleminin ortaya farklı şekillerde çıkışı ve bu eylemlerin çocuklar üzerindeki etkisi ve bu şiddet eylemlerinin önlenmesi ihtiyacı konusunda halk arasındaki farkındalığın ve anlayışın arttırılması için, yerine göre ulusal insan hakları kuruluşları ve eşit haklar kuruluşları, sivil toplum kuruluşları ve özellikle de kadın örgütleriyle işbirliği de dâhil olmak üzere, düzenli olarak ve her düzeyde farkındalık arttırıcı kampanya ve programları yaygınlaştıracak veya uygulayacaktır."
Cinsiyet eşitliğinin tüm eğitim seviyelerinde müfredata alınması hususu:
Madde 14/1: "Taraflar, yerine göre, tüm eğitim seviyelerinde resmi müfredata, kadın erkek eşitliği, toplumsal klişelerden arındırılmış toplumsal cinsiyet rolleri, karşılıklı saygı, kişisel ilişkilerde çatışmaların şiddete başvurmadan çözüme kavuşturulması, kadınlara karşı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve kişilik bütünlüğüne saygı gibi konuların, öğrencilerin zaman içinde değişen öğrenme kapasitelerine uyarlanmış bir biçimde dahil edilmesi için gerekli tedbirleri alacaklardır."
Kadın-Erkek eşitliğinin lezbiyen, gay, biseksüel, trans (LGBT) eşitliği formlarına dönüşümü
İstanbul Sözleşmesi, yukarıda yer alan ve benzeri mefhumları nedeniyle birçok kesimden tepki aldı ve almaya devam ediyor.
Konu hakkında birçok makale yazıldı, sunumlar hazırlandı. Ele alınan bu çalışmalarda ciddi ifadeler yer aldı. Yazar Ahmet Hakan Çakıcı'nın kaleminden çıkan "Ailesiz Toplum 3, İstanbul Sözleşmesi, LGBT Toplum ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" başlıklı yazıda İstanbul Sözleşmesinden şöyle bahsedilmekte:
"İstanbul Sözleşmesi: Alternatif Hikayeler ya da Farklı Aile Formlarının Çatı Metni
Dünyada ilk olarak İstanbul'da, Türkiye'nin (hem de şerhsiz) imzaladığı bir sözleşme olduğu için İstanbul Convention (Sözleşmesi) adını alan bu çalışma, daha şimdiden (şerhler koyarak da olsa) 44 ülkenin imzaladığı dünya çapında bir projeye dönüştü.
İstanbul Sözleşmesi, II. Dünya Savaşı sonrasında cephelerde eriyen erkek nüfus nedeniyle ortaya çıkan işçi ihtiyacını, kadınları sanayiye çekerek kapatmaya çalışan sermaye destekli projelerden biri olan cinsiyet eşitliği projesinin devamı olarak düşünülebilir.
Zeminini 1957 yılında Avrupa Birliği çerçevesinde imzalanan Roma Anlaşmasının 119. Maddesindeki 'Kadın Erkek Eşitliği'nden, fikri altyapısını Alfred Kinsey'den, dinamizmini feminist hareketlerden, lojistik desteğini büyük sermayeden alıyor. Başlangıçta 'Cinsiyet Eşitliği' olan tanım genişleyerek İstanbul Sözleşmesinde, 'Cinsiyet, Cinsel Yönelim, Toplumsal Cinsiyet Eşitliği'ne dönüştü. Başta Kadın–Erkek eşitliği olan ilke de Toplumsal Cinsiyet Eşitliği ile birlikte; Erkek, Kadın, Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans (LGBT) ve diğer formlar eşitliğine dönüştürüldü.
Egemenler, böylesi bir dönüşüme ihtiyaç duyuyorlar. Bu anlamda böylesi bir dönüşümü hedefleyen İstanbul Sözleşmesinin, 'Ailesiz Toplum Projesi', 'Farklı Aile formları Projesi' veya 'Aile Sonrası Toplumun Hukuki Alt Yapı Çalışması' olarak okunabileceği kanaatindeyim."
Durum çok ciddi
İşin vahametine dikkat çeken yazarlardan Mücahit Gültekin ise "Bu proje başarıya ulaşırsa çocuklarınızı tanıyamayacaksınız" diyerek uyarıyor.
Meselenin çok ciddi olduğunu anlatan Gültekin, kaleme aldığı bir makalesinde "Bizler hep başımıza gelenleri konuşuyoruz, başımıza gelecek olanları konuşmuyoruz, konuşamıyoruz. Hırsız evimizi soyduktan sonra kapıyı kilitliyoruz. Bazıları bunu bile yapmıyor. Toplumsal cinsiyet eşitliği denilen şey; çocuklarımızın, değerlerimizin, varlığımızın, geleceğimizin çalınması anlamına geliyor. Hatta çalınması anlamına bile gelmiyor; biz kendi elimizle hırsıza onurumuzu, haysiyetimizi teslim ediyoruz." diye belirtti.
"Mesele 'kadın-erkek eşitliği' ya da 'kadına şiddet' meselesi değil"
Yazısının devamında "Ama bazıları hâlâ bunu 'kadın-erkek eşitliği' meselesi sanıyor, 'kadına şiddet' meselesi sanıyor, 'kadının güçlendirilmesi' meselesi sanıyor." diyen Gültekin, şöyle devam ediyor:
"Yalancının mumu 500 senedir yanmaya devam ediyor. Bu konuda yetkililer topluma doğru bilgi vermiyor. Dünyanın en saçma teorisi koca devleti peşine takmış sürüklüyor. Kafası çalışan bazı dostlarımız meseleye ilgi göstermiyor. Bazı dostlarımız ise, meselenin politik amaçlarından habersiz, kendi kişisel tecrübelerine dayanarak 'Ama kadına şiddet yok mu? Geleneklerimiz yanlış değil mi?' filan gibi itirazlar getiriyor; konuyu yeterince incelemiyor."
"İtiraz etmeyen o dilimizi ısıra ısıra ölüp gideceğiz"
"Cinsiyet Eşitliği" projelerinin başarıya ulaştığı gün ebeveynlerin çocuklarını tanıyamayacağına dikkat çeken Gültekin, "Beğenmediğiniz o gelenekleri bile yana yakıla arayacaksınız. Aynen şimdi 70'lerdeki, 80'lerdeki mahallenizi aradığınız gibi. Ama bulamayacaksınız. İş işten geçmiş olacak. Pişman olacaksınız, belki de pişman bile olamayacaksınız. Sonra çaresiz kendinizi olup biten her şeye alıştıracaksınız. Bundan yıllar önce 'modern tarım' söylemleriyle bitirilen toprağımız gibi, ekmeğimiz gibi, tohumumuz gibi, insanımız da bitecek. GDO'lu ürünlere sövüp bin türlü hastalıktan ölmeye devam ettiğimiz gibi ne kıza ne de erkeğe benzemeyen çocuklarımıza bakıp, itiraz etmeyen o dilimizi ısıra ısıra ölüp gideceğiz. Batı'dan yediğimiz kazıklar konusunda bin tane örnek verebilirim ama ne fayda! Faydası yok çünkü biz kendimizi sevmeyen bir toplumuz. Kendisini sevmeyen, kendisinden iğrenen ve ama çocuklarının kaderini düşmanının eline terk etmiş bir toplum. Her gün 'şanlı tarih güzellemeleri' yapan ama çocuklarını Batı'nın yalanlarına teslim etmiş bir toplum. Ana-babaları 'Ertuğrul' izleyen, çocukları Ricky Martin'e benzetilen bir toplum. Geçmişte yaşayan ve ama bugün olup bitenlere lâl olmuş bir toplum." ifadelerini kullandı.
Ekini ve nesli yok etmeye çalışanlar
GDO'lu tarım ürünleri hakkında ifade edilen gerçekler ile "Cinsiyet Eşitliği" adı altında genetiğiyle oynanmak istenen nesillerimizin, evlatlarımızın üzerindeki toplum mühendisliği projeler, Bakara Suresi'nin 205'inci ayetini akıllara getiriyor.
Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah şöyle buyuruyor: "O, (senin yanından) ayrılınca yeryüzünde bozgunculuk yapmaya, ekin ve nesli yok etmeğe çalışır. Allah ise bozgunculuğu sevmez."
Türkiye'nin AB üyelik süreci, AB ve eşcinsel hastalıklar
Bu noktada Türkiye'nin AB üyelik süreci ile AB ülkeleri ve bu ülkelerin eşcinsel hastalıklar hakkındaki tutum ve davranışlarını ele almakta fayda var.
AB ülkeleri ve eşcinseller hakkında bir makale yazan Fatih Oruç, şu çarpıcı bilgileri sunuyor:
"Dünya Sağlık Örgütü (WHO) 1990 yılında eşcinselliği psikolojik hastalıklar listesinden çıkardı. 28 üyeli Avrupa Birliği'nin 17 ülkesinde eşcinsel evlilik yasallaşmış durumda. Dünyada eşcinsel evliliğe yasalarla ilk izin veren ülke Hollanda oldu. Hollanda'nın 2001 yılında aldığı bu kararın ardından Hollanda'yı Belçika, İspanya, daha sonra da Norveç, İsveç, Portekiz, İzlanda, Danimarka, Fransa, İngiltere (Kuzey İrlanda hariç), Lüksemburg, İrlanda, İtalya, Slovenya, Finlandiya, Malta, Almanya, Avusturya takip etti.
Yunanistan Başbakanı Aleksis Çipras, 2015 yılında eşcinsel çiftlerin resmî olarak birlikte yaşamasına izin veren yasanın onaylanmasının ardından yaptığı açıklamada: 'Haklarından mahrum bırakılan ve barbarlığı yaşayan binlerce vatandaşımızdan özür dilerim. Bu yasa yıllar önce çıkmalıydı. Felaket ve korku tellallarının aksine, Yunan toplumu eşitlik ve insan onuruna saygıdan yanadır. Yunan Parlamentosu ve Hükümet, bu tarihî kararı almakla iftihar ediyor' dedi. Çipras, ayrıca 'Yasanın geri kafalılık ve utanç verici uygulamaları sona erdirdiğini' söyledi.
Avrupa Birliği (AB) üyelerinden Malta'da da 2017 yılında, eşcinsel evliliğe yasal onay çıktığında Malta Başbakanı Joseph Muscat, bunun 'tarihî bir oylama' olduğunu söyledi. Muscat oylama sonrasında gazetecilere yaptığı açıklamada, 'Bunun demokrasinin ve toplumun olgunlaştığını gösterdiğini' belirterek, 'Artık hepimiz eşitiz diyebiliriz' dedi.
Avrupa Adalet Divanı, Haziran 2018 tarihinde tüm Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkelerin, eşcinsel vatandaşlarının birlik dışındaki ülkelerde yaşayan eşleriyle yaptıkları evlilikleri resmen tanıması gerektiğine karar verdi. AB'nin en üst hukukî organı olan Lüksemburg'daki mahkemenin kararı, eşcinsel evliliklerin korunması konusunda bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor. Adalet Divanı'nın aldığı karara göre, eşcinsel evliliklere izin vermeyen AB üyesi ülkeler de bu karara uymak zorunda. AB üyesi Bulgaristan, Litvanya, Letonya, Polonya, Romanya ve Slovakya'da eşcinsel evliliklere izin verilmiyor.
ABD'nin ise 50 eyaletinden 37'sinde eşcinsel evlilik yapılabiliyordu. Fakat 26 Haziran 2015'te çıkarılan bir kararla tüm eyaletlerde yasal hak olarak tanındı. O zamanki ABD Başkanı Barack Obama da konuyla ilgili Twitter paylaşımında bulundu. Obama, kararı 'Eşitlik adına büyük bir adım' olarak nitelendirdi. Sosyal medyada ise Demokratların başkan adaylarından Hillary Clinton bir twit attı ve evliliğin eşitliği yönünde verilen bu kararı 'tarihî bir zafer' olarak tanımladı.
Batı'da eşcinseller din(!) adamı olarak görev yapabilmekte; gayler ve lezbiyenler için kiliseler bile var, bunlara evlilik törenleri düzenleyen kiliseler bile mevcut. Hollanda, İsveç, Danimarka, Norveç, İngiltere, Fransa, Amerika gibi ülkelerde eşcinseller dinî nikâh kıydırabiliyor. Yine Avrupa Birliğine üye ülkelerin ordularının tamamına yakınında eşcinsel askerler görev yapabiliyor. Yine eşcinsel çiftlerin evlat edinme hakları var. Amerika'da Prebisteryen Kilisesinde gay ve lezbiyenler rahip, kilise mütevelli heyeti üyesi olarak görev yapabiliyor. Papa Francis (Francesco), kilisenin öğretilerinin eşcinselleri dışlamak yerine saygı duyulmasını emrettiğini söyledi ve kilisenin eşcinsellere yönelik tavrı için af dilemesi gerektiğini belirtti.
Ne hazin bir tecellidir ki, dünyanın yönetiminde en etkili demokrat (!) ülkelerin demokrat liderleri, eşcinsel evliliklerin yasallaşmasını eşitlik, iftihar gerekçesi, insan onuru, olgunluk ve tarihî zafer; aksi durumu ise geri kafalılık, barbarlık ve utanç verici olarak ifade ediyorlar."
Türkiye'deki "Cinsiyet Eşitliği" çalışmaları AB'ye üyelik uğruna mı?
Türkiye'nin AB'ye üyelik süreci eskiye dayanmaktadır elbette. Bir müddet gündeme gelmeyen bu süreç yakın bir zamanda tekrar gündeme geldi. AB ülkelerinin yukarıda anlatılan icraatlarından yola çıktığımızda aklımıza şu sorular geliyor: Türkiye, AB'ye uyum sağlamak adına mı "Cinsiyet Eşitliği" hakkında çalışmalar yapıyor? Ya da gerçekten tek neden bu mu? Ve Türkiye bu projede neden bu kadar istekli?
Bu konuda yetkililer topluma doğru bilgi vermiyor. Dünyanın en saçma projelerinden biri koca devleti peşine takmış sürüklüyor. "Cinsiyet Eşitliği" projelerinin başarıya ulaştığı gün ebeveynler çocuklarını tanıyamayacak. İş işten geçmiş olacak.
İstanbul Sözleşmesi eksenli aile politikaları değiştirilmediği takdirde toplumun temeli ve yapıtaşı olan "aile" kurumu kaybedilecek. Vicdan sahibi Batılı aydınların bile itiraf ettiği, "ailesiz toplumda sağlıklı çocuk yetiştirme" hususunda bir çözüm teklifinin olmadığının ve çökertilmiş ailenin hiç bir toplumda tekrar ayağa kaldırılamadığının bilinmesine rağmen bu yolda devam etmenin intihar olduğu apaçık ortadadır.
Din, ahlak, aile, baba, namus, şeref, gelenek, örf gibi tüm "değer" tanımlarını yok edip "haz" ilkesini tek değer kabul eden; bütün erkekleri potansiyel "suçlu", bütün kadınları "sağlıklı ve dengeli" tanımlayan; babanın anneye sert bakışını "şiddet" görüp, annenin babayı dilediği an, hiç bir kanıt, delil göstermeden aylarca evden atabilmesini normal sayan; 18 yaş altı insanlara evlenmenin yasaklandığı ancak gayrı meşru ilişkinin (zinanın) serbest bırakıldığı; evlenip boşanan erkeklerin ömür boyu nafaka ile cezalandırıldığı, evlenmeden onlarca sevgili(!) ile yaşamanın hoş görüldüğü; transeksüel/gay/lezbiyen/biseksüel gibi sapkın ilişki tarzlarının "normal" kabul edilip, korumaya alındığı, "gavur"luğun maharet sayılıp erdemli hayatın, Müslüman düşüncenin ilkellik olarak kabul edildiği bu toplumsal dizayn projesi, "Aile" kurumuna karşı savaş açmıştır.
Toplumsal cinsiyet eşitliği denilen şey; çocuklarımızın, değerlerimizin, varlığımızın, geleceğimizin çalınması anlamına geliyor. Hatta çalınması anlamına bile gelmiyor; biz kendi elimizle hırsıza onurumuzu, haysiyetimizi teslim ediyoruz. (İLKHA)