Hasan KAYA yazdı: "Bizde Verelim YARAB Al Canımızı"
Hasan KAYA yazdı:

 Yıllarca dilimizden düşmeyen kalplerimizde iman ateşini harlayan, bizleri dava eri olarak büyüten, imanımızın sağlamlığında payı olan, bir zamanlar dilimizden düşmeyen ezgilerimiz vardı.

Dinlemeden uykumuzun gelmediği, ninni yerine dinlediğimiz , çocukluğumuzun iç dinlendirici nağmeleri vardı. Abdüsselam’ın haykırışını, zindanın gülistanlığını, şehadetin özlemini dinleyip o özlemle yanarak büyüdük.

 Acaba şehadet nedir diye düşünür, nasıl bir duygudur diye düşüncelere dalardık. Daha doğduğumuz yıllarda şehadet taze fidanlar açmıştı. Çocukluğumuzda şehadet zirvedeydi. Lakin biz her şeyden uzaktık. Derken durdu her şey, şehadet durdu. Muhitimize bir zulüm  sessizliği çöktü.

 Gençlik yıllarında cihat aşkıyla dokurken, imanın kemalat zamanlarında bir ses duyduk. Şehadet yine muhitimize gelmişti. Şehadet durağı Yüksekova. Şehit abimiz UBEYDULLAH. Acaba diyorduk yine mi buralara çadır kurdu yoksa geçerken mi uğramıştı. Farklı duygularla dolmuştuk.

 Bir ara yine duruldu ortalık. Fakat içimizde o aşk vardı. Emin olun bilmezdik dünyalık aşkları, sevdaları. Çağın gençliğinden değildik hiç olmadık. Olamazdık. Hamdolsun.

 Zaman geçti. Bir ara yeniden kafirlerin dişlerini gördük. Sivriltilmiş, iyi yedirilmişlerdi. Partları kalınlaşmış, vahşi yaşam varlıkları gibi olmuşlardı.

Birden geldi yine şehadet haberleri. Başını şehid Ubeydullah’ın çektiği kervana yetişti mardinden Xale Muhammed, sonra Amed Yasin, Riyad, Hasan , Hüseyin, Cumali, Tutan. Bingöl Fethi ve Cengiz’i feda etti. Aytaç hoca geldi iftihar olarak direnişin ve dirilişin merkezine.

 İçimiz yandı fakat kısıklaşan ateşi harlamıştı. Bu şehadetler dünyanın oyununa nasıl kapıldığımızı gösterdi. Dünyanın bizi nasıl heveslerine köle ettiğini gördük. Bazı kardeşlerimizin gözündeki imanı ve şehadet aşkını görünce utanıyorduk;  dünyanın bizi aldatmasının utangaçlığı ve kayıplara uğratmasının ezikliği altında. Nasıl da otağ kurmuştu dünya  içimizde. Bir zamanlar şehadet aşkı dolu olan kalbimizde dünyalık aşklar yer bulabilmişti. Dünyevi her şey bizim için kutsal olmuştu.

 Bir savaş başlamıştı içimizde. Dış dünyamızı görüyor muyduk acaba? Dışımızda ne savaşlar dönüyordu. Dünya sadece bizim içimizde değil, kafirlerin saltanatı için kendi içinde de nice cepheler açmıştı. Nice savaşlar vardı. Kafirlerin ulaşamadığı ve cesaret edemediği yerlerde vekalet savaşları vardı. Ne yazık!

 Birde tüm düzen ve tezgahların ortasında kimsesiz kalmış -bırakılmış- garip duruşlu, yardımcısız KUDÜS vardı. Cihadın her an meyveleri alınıyordu. Şehid ve şehadet.

Garipti Kudüs!

Kudüs yetim!

 Sahiplenmek istemeyen çok sahibi vardı. Hepsi de ölü toprağı altında, buruşmuş elleriyle dünyanın necasetleri peşinde koşmaya devam eden fötrlü, kravatlı, pipolu, klavye ve dil mücahitleriydi yada müteahhitleri.

 Neyse ki  yetim olsa da KUDÜS kimseden medet ummuyordu. KUDÜS’ün anneleri çocuklarını ölmeleri için doğuruyorlardı. Gelinler dul kalmak için evleniyorlardı. Yetimdi KUDÜS lakin başı dik alnı ak. Kimseye eyvallahı yoktu. Kursağında biriktirdiği ahvali hesap gününde Rabbin şikayetine sunmaya bırakıyordu. Kendi üzerine düşen görevi yerine getirmeyen müslümanları şikayet etmek için   O büyük günü bekliyordu.

Saldırdılar, talan ettiler, necaset dolu postal ve bedenleriyle çiğnediler.  Ayaklar altına aldılar,  tüm değerleri tarumar ettiler.

 Her şeyi tozpembe görüyorduk. Öyle bir hale gelmiştik ki her şeyin bir film olduğu aldatması ve bir kahramanın film sonunda gelip her şeyi düzelteceği düşüncesine bayağı dalmıştık. Yada birilerinin bir şeyler yapacağı umuduyla sadece bekliyorduk.

 Birden kaynar sular dökülünce başımızdan aşağıya kendimize gelebildik. Kafirler Kudüs’ümüzü elimizden almak için kalın kapaklı defterlere çok ciddi olduklarını göstermek için kalın puntolu imzalar attıktan ve gerçekleştirmeye adım attıktan sonra kendimize gelebildik.

 Bir anlık iç geçirmeler ve ruhlarımızı yakan o sudan sonra dünyanın üstümüze döktüğü ölü toprağı attık üzerimizden. Bir anda silkelenmemize KUDÜS tokadı yetti.

 ALLAHU EKBER.

 Kudüs elden gidiyordu. Altı oyuldu, mahremimize girildi, her türlü hakaret edildi ses çıkarmadık lakin artık son darbe bir yere dokunmuştu artık ve uykuyu bölmüştü.

 Artık kıyam vakti gelmişti. Secde bitmiş tekbir getirilmişti. Yumruklarımızı sıktık, kafirlerin çenelerini parçalamak için. Beyinlerinde sağlam hücre bırakmamak için. Allah’ın emanetine  ihanet etmemek için. Uğrunda yaşanacak değerlerin elde kalanlarını da kaybetmemek için.

 Gerçek kıyam ve cihat olduğuna emindik. Vekalet yoktu. Yada kiralık akıllarla yola çıkmamıştık.

 Cihat vaktiydi.  Kıyama kalkma vaktiydi. Kalkma vaktiydi. Artık oturmadık. Yerimizde durmadık. Kafirlerin kalplerini durdurmak için, kimsenin onlara buraları vadetmediğini o akılsız beyinlerine kurşunlarla kazımak için, ayağa kalktık.

 Artık oturmayacaktı, oturtmayacaktık. Taki o kafir sürüsü bu toprakları terk edip gidinceye kadar.

 Nasıl ki Yasin ve arkadaşları Türkiye müslümanları arasında kardeşliği tesis ettiyse KUDÜS de büyük şeytan amerikanın fitne ve fesatları sonucu kardeşlik bağları zayıflamış müslümanları bir araya getirip kardeşliği tesis edecekti. Öyle de oldu. Tüm dünya müslümanları ayağa kalktık. Uyandık ve o temsilini yaptıkları heykellerdeki korktukları başlarına geldi. Artık müslümanlar kıyamdaydı.

Cihat vaktiydi!

 Artık durmak yoktu. Can pazarı kurulmuştu ve canları satma zamanı gelmişti. Çocukluğumuzda dinlediğimiz içimizde yer eden, tohum eken ezgilerin belki de çiçek açma zamanı gelmişti. Artık durmamalıydık.

Belki de şehadet bir daha uğramayacaktı muhitimize.

Bir inkılap şarttı. İntifadadan geri kalınmamalıydı. Aldık kendimizi çıktık yollara, kıyam vaktiydi ses verdik mısralara:

 Bizde verelim bizde  bu canımızı

 Kabul et YARAB kabul kurbanımızı...

Hasan KAYA

Kategori: Güncel
Mukemmel
7 yıl önce

Allah razı olsun . Çok güzel bi yazi

YORUM YAPIN(üye olmadan da yorum yapabilirsiniz)
Yorumla
İptal

KATEGORİ HABERLERİ

-