Fikirlerinin bedelini canıyla ödeyen yakın tarihimizin en önemli simalarından İskilipli Atıf Hoca şehadetinin 92. sene-i devriyesinde hasret ve özlemle anılıyor.Tarih boyunca Allah'ın sözünü, kelamını yüceltme adına can verenler oldu ve nice dava önderleri, âlimleri şehadet kervanına katılarak peygamberlerin bile gıpta ettiği makamlara yükseldi.
Fikirlerinin bedelini canıyla ödeyen yakın tarihimizin en önemli simalarından biri de İskilipli Atıf Hoca'ydı. Babası Akkoyunlu aşiretinin İmamoğluları ailesinden gelen Hasan Kethüdaoğlu Mehmed Ali Ağa, annesi Mekke'den göç etmiş, Ben-î Hattab aşiretinden Nazlı Hanım'dı.
1875 yılında, Bayat'ın Toyhane köyünde doğan Atıf Hoca, altı aylıkken öksüz kaldı, dedesi Hasan Kethüda'nın himayesinde yetişti. Köy hocasından başladığı tahsiline 1891'den itibaren iki sene İskilip'te devam etti. Nisan 1893'te İstanbul'a gelerek medrese eğitimini burada sürdürdü. 1902'de medresedeki öğrenimini tamamladı. 1905 yılında, İstanbul'daki Fatih Camisi'nde ders vermeye başladı.
Atıf Hoca, şapka devriminden önce yayımlamış olduğu "Frenk Mukallitliği ve Şapka" risalesinde Müslümanları amel-iman bütünlüğüne davet ediyordu. Müslümanların, Müslüman olmayanların kılık, kıyafet ve kültürel alışkanlıklarına benzemeye çalışmasının caiz olmadığını söylüyordu. Bir Müslüman ile Hristiyan'ın veya bir Yahudi'nin kılık kıyafetinden ayırt edilebileceğini, hatta edilmesi gerektiğini savunuyordu. Kendi ifadeleriyle Batı medeniyeti ancak insanın hayvani ve cismani yönüne hizmet ediyordu.
İskilipli Atıf Hoca “Frenk Mukallitliği ve Şapka” risalesi nedeniyle idam edildi
İskilipli Atıf Hoca şapka kanunundan yaklaşık iki yıl önce “Frenk Mukallitliği ve Şapka” adlı bir kitap kaleme aldı. 28 Kasım 1925 yılında çıkarılan şapka kanununa binaen Atıf Hoca'nın bu kitabı toplatıldı. 26 Aralık 1925'te, risaleyi yayınlayan ve dağıtanlarla birlikte, 13 kolluk kuvveti gözetiminde Ankara'ya gönderildi. 26 Ocak 1926 salı günü Ankara İstiklal Mahkemesinde yargılandı. Risaleyi kanunun çıkarılmasından önce yayınlamış olduğunu, içerikleriyle ilgili görüşlerinden vazgeçmemiş olduğunu, bununla birlikte kanuna karşı bir harekette bulunmadığı şeklinde bir ilk savunma yaptı.
Mahkeme başkanının şapka ve sarığı karşılaştırarak, ikisinin de bez parçasından ibaret olduğunu söylemesine karşılık, hâkimin arkasındaki bayrağı göstererek onun hammaddesinin de İngiliz bayrağının hammaddesiyle aynı olduğunu ama iki bayrağın bir olamayacağını söyleyerek cevap verdi.
Savcı, İskilipli Atıf Hoca için 3 yıl hapis cezası istedi. Mahkeme, müdafaa için bir gün sonraya bırakıldı. Ancak Atıf Hoca savunma haklarından tümüyle vazgeçtiğini belirtti. Ertesi gün, Mahkeme Reisi Ali Çetinkaya, savunma yapmaya gerek görmeyen Atıf Hoca'yı idama mahkûm etti. Atıf Hoca bir hafta sonra 4 Şubat 1926 tarihinde Ankara Samanpazarı Meydanı'nda asıldı.
Zulme uğramış hiçbir İslam âliminin devlet nezdinde iade-i itibara ihtiyacı yoktur
Şehadetinden sonra Ankara'da bulunan mezarı, 2009 yılı başında bulunduğu park yerinden alınarak İskilip Gülbaba Mezarlığına taşındı. Mezar yeri değişikliği 2010 yılı başında kamuoyunun bilgisine sunuldu. İskilip Belediyesi kabir için bir türbe ile kabir çevresinde çeşitli düzenlemeler yaptı. Ardından Çorum'daki İskilip Devlet Hastanesinin adı, Atıf Hoca İskilip Devlet Hastanesi olarak değiştirildi. Böylece İskilip şehidine ve âlimine sahip çıktı.
Devlet ise resmi tarih ve ideolojinin dışına bir türlü çıkamadı. Atıf hoca ve şehit edilen diğer âlimlerin millet nezdinde muhafaza edilen itibarına sahip çıktığını gösteremedi. İstiklal Mahkemeleri kayıtları ve karartılmış gerçeklerin aydınlığa çıkartılması sabırsızlıkla beklenirken, Şeyh Said ve Bediüzzaman Said Nursi gibi nice âlimin mezar yerleri dahi halktan esirgendi. Devlet geçmişteki acılar ve ayıplarla yüzleşerek toplumsal barışa ivme kazandırmak yerine kulağının üstüne yatmaya devam etti.
Aslında zulme uğramış hiçbir İslam âliminin devlet nezdinde iade-i itibara ihtiyacı yoktur. Onların itibarları Allah katındadır. Şehitlik gibi en yüce itibar mevkiine zaten kavuşmuş haldedirler. Onların dünyadaki itibarları da Müslümanların gönüllerinde ve zihinlerindedir. Devlet, kurulduğu tarihten bu güne kadar geçen 95 yıl boyunca başta İslam âlimleri olmak üzere kendi halkına karşı yaptığı tüm haksızlıklar ve zulümler için özür dilemeli, sebep olduğu zararları tazmin etmelidir. Kurtuluş mücadelesi verildiği dönemdeki kardeşlik ruhuna dönmeli ve halkların inanç ve kimlikleri ile barışmalıdır. Şüphesiz ki bu kardeşlik ruhu için yegâne referans İslam olmalıdır. 1925'ten günümüze kadar rejimin halka karşı işlediği suçlara yönelik olarak İstiklal Mahkemeleri tutanakları, TBMM ve Genel Kurmay arşivi bir an önce açılmalıdır. O dönemdeki katliamlarla ilgili maddi ve manevi gerçekler tüm yönleriyle ortaya çıkarılmalıdır. (İLKHA)