Suriye’de yaşanan iç savaşın ardından Türkiye, Suriye’de yaşanan insanlık dramına sessiz kalmayarak Suriye’den kaçanları ‘misafir sığınmacı’ olarak kabul etti. Suriye iç savaşı ve Ortadoğu’da yaşanan krizin ardından batıya doğru büyük göç dalgaları başladı.
“Çocuk istismarı ile dilenmek, cinayet ile eşdeğerdir”
‘Mülteci’ kavramının duygu istismarcıları tarafından art niyetli bir şekilde çocukları kullanarak içinin boşaltılmasını eleştiri getiren Sosyolog Zülküf Elçi, “Çocuk istismarı ile dilenmek, Cinayet ile eşdeğerdir. Bundan yaklaşık 5 yıl önce yine bu başlık altında çocuk istismarını dile getirmiştim. Bugün geldiğimiz noktada bununla ilgili önlem alınmadığı gibi, çocuk dilenci sayısının daha da artmış olduğu görünmektedir. Suriye de süregelen çatışma ortamı mülteci sayısını her geçen gün artırmakla birlikte, sınır komşumuz olması nedeniyle göç için akla ilk gelen ülke konumundayız. Bugün ülkemizde milyonlarca Suriyeli yaşamaktadır. Türkiye de geçici koruma altındaki Suriyeli sayısı Eylül 2020 verilerine göre 3 milyon 622 bin. Bu kişilerin 1 milyon 700 bini yani yaklaşık yarısı 0-18 yaş arasındaki çocuklardan oluşmaktadır. Yine aynı verilere göre Bingöl de 1053 Suriyeli var.” ifadelerini kullandı.
“Size para gönderelim, siz bakın güzellemeleri”
‘Mülteci’ sorununun tüm Dünya ülkelerinin sorunu olması gerektiğini söyleyen Elçi, bazı ülkelerin mülteci akınına karşı sınırlarını tellerle çevirmesinin insanlık suçu olduğunu belirterek, “Hem ülke ekonomisi hem de toplum olarak bu duruma hazırlıklı olmadığımız halde, bütün dünya ülkelerinden daha fazla şekilde elimizi taşın altına koyduk. Bununla birlikte AB fonları aracılığıyla da Suriyeli ailelere kaynaklar sağlandı. Edinilen bu kaynak ve ülkemizin kendi kaynaklarıyla bu ailelerin iş gücü içerisine çekilme çalışmalarıyla istihdam, barınma ve eğitim ihtiyaçları karşılanmaya çalışılmaktadır. Bu insanların bütün ihtiyaçlarının sadece Merkezi Yönetimle karşılanması mümkün olamadığından, Yerel Yönetimler ve Valiliklerce yardım amaçlı çalışmalar yapılmaktadır. Yapılan bu çalışmaların hemen karşılık bulması ve tüm sorunlarının hemen çözülmesi beklenmemeli. Mülteci sorunu tüm dünya ülkelerinin sorunu olması gerekirken ‘Size para gönderelim, siz bakın’ güzellemeleri yapıp, sınırlarını jiletli tel ile çevirmeleri insanlık suçu olmakla birlikte, ne kadar medeni ülkeler olduklarını göstermektedir. Ekonomik açıdan mülteci sorununu irdelemek tabii ki daha çok ekonomistlerin alanına giriyor.” dedi.
“Şehrin her köşesinde yine aynı kadın mı veya yine aynı çocuk”
“Peki, toplum açısından mülteci sorunu? Toplum ne kadar hazırlıklıydı bu mülteci akınına?” diye soran Sosyolog Zülküf Elçi, “Bu göçler karşısında toplumun aldığı pozisyon ülkenin hemen her şehrinde aynı diyebiliriz. Küçük rakamlarla başlayan göçler karşısında toplum masumane refleksler gösterip bu ailelerin yanında yer almaya yardım etmeye çalıştı. Ancak gittikçe artan bu göç karşısında toplum olarak ne yazık ki gardımızı almış durumdayız. Düşkün ve yardıma muhtaç bu kişilere bakış açımızı sorgulamaya başladık. Acaba gerçekten ihtiyacı var mı? Bu gerçekten Suriyeli mi der hale geldik. Ülkenin her yerinde olduğu gibi Bingöl’ de de kendilerine Suriyeli imajı vermiş olan Yurdun başka şehirlerinden ( Elazığ, Maraş, Adana v.b ) göç edip dilenmeye gelen aileler görmekteyiz. Şehrin her köşesinde yine aynı kadın mı veya yine aynı çocuk mu dedirtecek şekilde, kucağında bebeğiyle dilenen kadınlar var. Kucağında ki bebeğin yaşayıp yaşamadığı bile belli olmayan bu insanlar İstismara neden oldukları gibi, dolaylı yollardan da cinayet işlemiş olmuyorlar mı? Cinayet kelimesi Türk Dil Kurumuna (TDK) göre ‘adam öldürme derecesinde ağır suç’ karşılığındadır. Türk Dil Kurumunun cinayet kelimesi için yapmış olduğu bu tanımdan yola çıkarak soruyorum. Bebeği kucağına alıp, sokak başlarında dilenen kişiler cinayet işlemiş olarak kabul edilebilir mi? Bu çocukların kimlikleri ne kadar kontrol ediliyor? Kucağında ki bebekle dilenen kadın gerçekten o bebeğin annesi mi? Böyle bir uygulama var mı? Bebeklere özel durumlarından dolayı farklı bir bakım tarzı gerektiği gibi, yetişkinlerin dünyasına katılmadan önce bir çeşit karantinaya ihtiyaçları vardır. Bizler bebekleri 40 günü dolmadan evden bile çıkarmazken; bu küçük yavrucakların mevsim şartlarına bakılmaksızın, ayaklarında çorap bile olmadan dilendirilip, duygusal istismara uğratılmasına ne kadar daha sessiz kalınacaktır.” ifadelerini kullandı.
“Dilenen bu kadın ve çocukların hepsi suriyeli mi?”
Kendilerine Suriyeli imajı verip çocukları kullanarak dilencilik yapanlara önlem alınması gerektiğini vurgulayan Elçi, “Peki, Bingöl ve ülkenin birçok şehrinde dilenen bu kadın ve çocukların hepsi Suriyeli mi? Suriyeli imajı verip ellerinde çocuklarıyla dilenen ve bunu ticari rant kapısına dönüştüren, bu girişimci çocuk istismarcılarına çözüm bulunmayacak mı? Kültür Kavşağında ve Gündoğdu Kavşağında veya Bingöl’ ün herhangi bin yerinde kırmızı ışık yandığında arabalara koşup dilenen çocuklara yabancı bir şehirdik. Şimdi ise arabalar arasında koşarken kaza riski yaşayan çocuklarla dolu bir şehre dönüştük. Her sokak başında kucağında yaşayıp yaşamadığını bilemediğimiz ve gerçekten annesi mi diye sorgulamaya başladığımız bebekli kadınlarla karşılaşmaktayız. Yine söylüyorum ve tekrar ediyorum. Bu cinayettir. Bu cinayete dur denilmesi gerekiyor. Bu insanlarla mücadele eden sadece Yerel Yönetimler. Belediyelerin idari para cezası verip, şehrin sınırı dışına çıkarmaktan başkaca yetkisi de yok. Ertesi gün sınır dışı ettiği bu insanları şehrin içinden toplayıp yine sınır dışı etmek ve sonra yine, yine… Denenmiş ve başarısız olmuş bir çözüm yönteminde ısrar etmenin bir mantığı olmadığı gibi; bunun yerine Merkezi Yönetimin politika üreterek, yeni düzenlemeler yaparak köklü çözümler bulması gerekmektedir.”dedi.
“Peki, ne yapılması gerekiyor? Çocukların istismar edilmesi, dolaylı olarak işlenen bu çocuk cinayetlerinin önlenmesi Sosyal Devletin sokağa inmesinden geçer. Bunun tek sorumluluğu Belediyelerce olmamalıdır. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Adalet Bakanlığı ve Yerel Yönetimlerin koordineli çalışmalarıyla bu istismara dur denilebilir. Bu insanların belediye yetkilileri tarafından tespit edilmesi sonrasında, emniyet müdürlükleri devreye girebilmeli, sonra da adliyelere sevkleri sağlanmalıdır. Yüklü para cezası ve hapis cezaları verilerek tekrarı halinde ise Aile ve Sosyal Politikalar Müdürlüğünce bu çocukların korunma altına alınmasıyla çözümü mümkündür. Bedensel, zihinsel, ahlaki, sosyal ve duygusal gelişimi ve kişisel güvenliği tehlikede olan, ihmal ve istismar edilen çocuklar korunma ihtiyacı olan çocuklardır. Yukarıda adı geçen Bakanlıkların işbirliği ile istismar edilen bu çocukların, öncelikle kendi aile ortamından korunmasını sağlamaya yönelik eğitim, bakım ve barınma tedbirleriyle bu cinayetlerin önüne geçilebilir.”