Dünya bilim hayatına mal olmuş Şeyh Ahmed-i Hani, bütün İslam âlimleri tarafından üstad olarak kabul edilmekte. Ahmed-i Hani Hazretleri ve talebeleri hakkında dünyanın birçok ülkesinde araştırmalar yapılmakta, doktora tezleri ve farklı bilimsel çalışmalar yürütülmektedir.
Ahmed-i Hani Hazretleri yaklaşık 320 yıl önce Doğubayazıt ilçesinde ilmi tedrisat ve tahsilat ile uğraşmış bölgemizin yetiştirdiği önemli İslam âlimlerindendir.
Ahmed-i Hani Hazretleri bir kitabında 30 yıldır eserler kaleme aldığını belirtmektedir. Dolayısıyla elimize ulaşan 4 eserden daha fazla eser kaleme aldığı ortaya çıkmaktadır.
Araştırmacılar son dönemlerde Rusya'nın Sankt-Petersburg Üniversitesi Kütüphanesinde Ahmed-i Hani'ye ait el yazması eserlerin nüshalarının fotokopisini çekerek ya da pdfsini alarak Türkiye'ye getirmişlerdir.
Aynı şekilde ülkemizin birçok kütüphanesinde de ona ait eserlerin farklı müstensihlerce farklı zamanlarda yazılmış el yazma nüshaları bulunmaktadır.
Ahmed-i Hani Hazretleri, Peygamber Efendimizin Medine'de kurduğu Suffa Medreselerinin silsile halinde zamanımıza kadar gelen bilim kültür ve medeniyet anlayışının temsilcisi olan medreselerde yetiştiğinden Suffa Üniversitesinin bizim bölgemizdeki şubesinin başkanı olarak kabul edilebilir.
Bölgemiz açısından Ahmed-i Hani bizim sesimizi dünyaya yayan, bölgesel ihtiyaçlarımızı ümmet ve evrensel çapta insanlara anlatan Arapça ve Farsça arasına sıkışmış olan Kürdçe'yi aynı seviyeye yükseltmek üzere kardeş bir dil seviyesine getirmeye çalışan ve eserlerini bu açıdan ele alan önemli bir şahsiyet olarak bilinmektedir.
Ahmed-i Hani'nin İslami eğitim adına ortaya koyduğu 'Bayezid Ekolünü'nü müntesipleri de kendisinden sonra onun açtığı çığırı geliştirmiş, yazdıkları kitaplar ve ortaya koydukları eserlerle sürdürmüşlerdir.
'Bayezid Ekolü' denilmesini hak eden bu çığırı, Şeyh Ahmed-i Hani'den bugüne dek hiç kesintiye uğratmadan devam ettiren temsilcileri her asırda yetişmiştir. Bu bağlamda olmak üzere İsmail-i Beyazidi, Muradhan-i Beyazidi, Molla Mahmud-i Beyazidi, Şeyh Muhammed-i Celali, Halife Yusuf Topçu, Şeyh Mustafa Tanrıverdi ve Molla Musa Celali ile diğer bazı zatlar bu ekol çerçevesinde birçok dini, ilmi, edebi, tarihi, sosyal hizmet ve eserlere imza atmışlardır.
Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesi İslami İlimler Bölümü Dekan Yardımcısı, Temel İslam Bilimleri Anabilim Dalında Kelam İlminde Öğretim Üyesi Doçent Doktor Mehmet Salih Geçit, İLKHA'ya verdiği röportajda Şeyh Ahmed-i Hani'nin kimliği, kişiliği, eserleri ve tesirleri hakkında önemli bilgiler verdi.
Ahmed-i Hani kimdir?
Sözlerine, "320 yıl önce Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde ilmi tedrisat ve tahsilat ile uğraşmış olan Şêx Ehmedê Xânî (Şeyh Ahmed-i Hani) Hazretleri 1651 yılında dünyaya gelmiş ve 1707 yılında şu anda medfun olduğu Doğubayazıt ilçesinde vefat etmiştir." ifadeleri ile başlayan Salih Geçit, Ahmed-i Hani Hazretleri hakkında şu bilgileri paylaştı:
"Ahmed-i Hani çok yönlü bir şahsiyet…"
Ahmed-i Hani Hazretleri yaklaşık 320 yıl önce Doğubayazıt ilçesinde ilmi tedrisat ve tahsilat ile uğraşmış olan bir zattır ve bölgemizin yetiştirdiği önemli İslam âlimlerindendir. Ahmed-i Hani hakkında şu ana kadar yapılan araştırmalarda, bazen araştırmacılar kendi düşüncelerini yansıtmaya gayret göstermiş ve onu kendi ideolojileri çerçevesinde farklı şekilde tanıtmaya çalışmışlardır. Bunun bir sebebi de Ahmed-i Hani'nin çok yönlü bir şahsiyet olmasıdır. Önce kısa bir şekilde yaşam serüveninden bahsedelim, sonra Ahmed-i Hani'nin ilmi, kültürel hayatımız açısından ifade ettiği anlamına değinelim.
"Ahmed-i Hani'nin Doğubayazıt'ta doğduğu da rivayet edilmektedir"
Aslen Hakkâri'nin Hani köyünden oldukları söylenmektedir. Hakkari'nin Haniyan (Xaniyan) aşiretine mensup olduğu da rivayet edildiği için Ahmed-i Hani denildiği söylenmektedir. Yine Hakkari'nin Hani köyünde doğduğu için de Hani nisbeti ile zikredildiği söylenmektedir. Fakat diğer bazı rivayetlere göre babası Şeyh İlyas Doğubayazıt'ın o zamanın gümrük müdürlüğü seviyesinde olan Kızıldıze köyüne (Kırmızı Kale/Ortadirek) geldiğinden dolayı ve Pınaşiyan yada Pinyaşiyan aşireti ile birlikte o dönemin bazı sosyal, kültürel, coğrafik durumları gereğince Doğubayazıt tarafına iskan edilmeleri sebebi ile Ahmed-i Hani'nin ailesinin Doğubayazıt'a doğumundan önce geldiği ve onun bu sayede Doğubayazıt'ta doğduğu da rivayet edilmektedir. Bu konuda hali hazırda elimizde kesin bir belge bulunmamaktadır. Bu konuda araştırmacıların çoğu kesinleşmiş resmi vesikalar yerine yaptıkları araştırmalar sonucunda rastladıkları sözlü rivayetlere dayanarak bir takım tahminler yürütüyorlar, böylece bu tür iddiaları tahmin neticesinde söylüyorlar.
"Ahmed-i Hani 1651 yılında dünyaya gelmiştir"
Ahmed-i Hani'nin 1651 yılında dünyaya geldiğinin ancak bu tarihin kesin olmadığını hatırlatan Geçit, "Çünkü kendisi Mem û Zîn kitabının son sayfalarında şöyle demektedir, 'Dema ko jı xêybe fek bu, tarix hezaru şêsti yekbu." yani diyor ki, kendisinden bahsedince Ahmed-i Hani olarak, "Gayp âleminden şuhut âlemine ayrılıp dünyaya geldiğimde, doğduğumda tarih 1061 yılı idi.' Bu tarih Hicri takvime göre olup Miladi açıdan baktığımızda 1650 ya da 1651 tarihine denk gelmektedir." dedi.
"Ahmed-i Hani kendi yaşadığı bölgenin kültürünü aldıktan sonra İslam dünyasının önemli ilim merkezlerinden de istifade etmiştir"
Ahmed-i Hani Hazretlerinin eğitim hayatından bahseden Salih Geçit, eğitimde hayatının ilk evrelerini Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde geçirdiğini sonraki yıllarda ise İslam dünyasının çeşitli ilim merkezlerinden istifade ettiğini kaydetti.
Geçit, "Tabii olarak Ahmed-i Hani Doğubayazıt'ta büyümüş, ilk eğitimini orada almış, oranın bölgenin sancak beyliği olması nedeni ile veya o dönemin önemli vilayetlerinden olması hasebi ile aynı şekilde oranın ilmi bir merkez olmasından dolayı Ahmed-i Hani'nin ilk eğitimini Doğubayazıt'ta aldıktan sonra bölgemizin çevre medreselerine, ilmi merkezlerine ilmi seyahatlerde bulunduğu, örneğin İran medreselerine, Azerbaycan medreselerine hatta Cizre'de bulunan medreselere gittiği söylenmektedir. Her ne kadar elimizde kesin bir bilgi bulunmasa da kendisinden bahseden şifahi ve kitabi bazı ifadelerde Mısır'a gittiği de söylenmektedir. Yani bu durum şunu göstermektedir: Ahmed-i Hani kendi yaşadığı bölgenin kültürünü aldıktan sonra İslam dünyasının önemli ilim merkezlerinden de istifade etmek amacıyla oralara uzun yâda kısa süreli seyahatlerde bulunmuştur. Zaten kitaplarına baktığımızda bu seviyenin Doğubayazıt'ı aşan İslam Dünyasının 15 asır boyunca doğusuyla batısıyla dünyanın çeşitli yerlerindeki ilim merkezlerinde geliştirdiği muazzam İslam bilim, kültür, sanat, edebiyat, tarih ve medeniyet anlayışının özeti olan bir mahiyette olduğu bilinmektedir. Ahmed-i Hani'nin felsefi birikiminin derin olduğu, Arap dil ve edebiyatı disiplinlerinden olan edebiyat, belagat, fesahat gibi ilimlerle çok derin bilgisinin olduğu, lügat ilimleri, sözlük terminolojisi konusunda büyük bir âlim olduğu, yine Farsça, Kürdçe, Osmanlıca dilleri konusunda Arapçada olduğu gibi büyük bir seviyede olduğu anlaşılmaktadır. Çok boyutlu bir şahsiyet olması nedeni ile Ahmed-i Hani'nin bu kültürü sentez halinde birden fazla ilim merkezlerinde istifade ile aldığı ve bu şekilde kendisini geliştirdiği anlaşılmaktadır." sözlerini kaydetti.
"Ahmed-i Hani bizlere iki şekilde ilmi miras bırakmıştır"
Ahmed- Hani'nin eğitim anlayışı olarak bölgede reform niteliğinde yenilikler getirdiğinin altını çizen Salih Geçit, bu konuda şu bilgileri verdi:
"Ahmed-i Hani Doğubayazıt'ta bir medrese de kurmuş orada ders verip talebeler yetiştirmiştir. Ve kendisinden sonra bizlere iki şekilde emanet yani ilmi miras bırakmıştır. Birincisi, âlimler olarak bir ilim silsilesini bırakmış ve ilimde çığır açmıştır. İkinci, kendisinden sonra yazılı eserler ve kıymetli kitaplar bırakmıştır. Zaten Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki ilmi tedrisat ve tahsilatta âlimlerimiz yazılmış olan kitapları okuyorlar ve ders olarak veriyorlardı. Fakat kendileri kitap yazma âdetini uygulamıyorlardı. Ahmed-i Hani kitap okuma, ders verme tedris ve tahsilatı ile birlikte bir de bölgemize bir yenilik getirdi, reform gibi bir duruma vesile oldu, bu konuda bir çığır açtı. Kendisi bize Êqida İmanê, Nûbihar (Nubar), Mem û Zîn adlı eserlerini yazdı. Gerisinde bıraktığı şiirler bir araya getirilerek bir de Divan adlı bir kitap bastırıldı ki şu an dünyanın her tarafında okunmakta, araştırılmaktadır. Yine elimize geçmeyen bir takım eserler bırakmış olduğu bilinmektedir. Êrde Xweda adlı astronomik ve coğrafya alanı ile ilgili eser bıraktığı söylenmektedir. Yusuf Züleyha adlı bir eser bıraktığı da söylenmektedir."
"… onun yetiştirdiği talebeler de bu konuda onun çığırını devam ettirmişler"
Doçent Doktor Mehmet Salih Geçit, "Ahmed-i Hani'den sonra onun yetiştirdiği talebeler de bu konuda onun çığırını devam ettirmişler ve onun etkisi ile onun usulüne uygun bir şekilde şiir kitapları yâda Kürdce ilmi eserler bırakmışlardır. Örneğin onun en yakın talebelerinden birisi olan İsmaili Beyazıd-i aynen Hani Hazretlerinin usulü üzerine Gulzar isimli Kürtçe bir şiir kitabı bırakmıştır. Iraklı eski Milli Eğitim Bakanlarından Muhammed Zeki Beyin Hulâsetu Târîxi Kurd We Kurdıstan adlı kitabında şöyle denmektedir; 'Ahmed-i Hani'nin yetiştirdiği talebeler içerisinde tanınan İsmaili Beyazıd-i, Gulzar isimli kitap yazmıştır ve orada medfundur, kabri, mezarı Doğubayazıt'tadır. Ve ziyaret edilmektedir.' Şimdi Doğubayazıtlı biri olmam hesabı ile mezarlar üzerinde araştırmalar yaptım. Hali hazırda İsmail-i Beyazıd-i ismini taşıyan bir mezar bulamadık. Bu bölgede mevcut tarihi mezarlıklar ile onun yaşadığı yerlerde araştırmalar yaparak tespit etmeye gayret göstereceğiz. Ancak şunu da söylemek gerekir; mümkündür ki bu tür tarihi eserler Rus işgallerinde ve daha sonraki dönemlerde Doğubayazıt'ta önemli tarihi olaylar yaşandığı için o mezarların bir kısmı imha edilmiş yâda taşları kırılmış, sahipsizlikten dolayı yok olmuştur. Bununla birlikte o kitapta İsmaili Beyazid-i'nin Doğubayazıt'ta medfun olduğu bilgisi bizim için önemli bir bilgidir." ifadelerini kullandı.
Kürdlerin tarihi kaleme alınmış
Ahmed-i Hani'nin bölgede açtığı çığırın, müntesipleri tarafından sürdürüldüğünün, geride bıraktıkları eserlerden anlaşıldığını hatırlatan Salih Geçit, Hani Hazretleri'nin müntesipleri ve bıraktıkları eserler hakkında şu bilgileri aktardı:
İsmail-i Beyazidi'den sonra Muradxan-ê Beyazid-i'de Ahmed-i Hani usulü üzere kasideler, beyitler, mersiyeler yazmıştır. Şu anda elimizde ona ait bir kitap bulunmamaktadır, yapılan araştırmalar ilerde ondan bir takım eserler hibe edecektir. Ahmed-i Hani sonrası Molla Mahmud-i Beyazıdi de velud bir araştırmacı, tarihçi, alim, filolog, dil bilimcisi ve İslam alimi olarak birçok kitaplar yazmıştır. Kendisi de yaklaşık 7-8 eser yazmış hâlihazırda eser listesinde bunları görmekteyiz. Mesela Bitlis eski emiri olan Şerefxan'ın Farsça yazmış olduğu Şerefname isimli Kürd Tarihi konusundaki kitabı Kürdçeye 1858 yılında, yani daha yazılı Kürt Edebiyatının tam kıvamına gelmediği dönemlerde bu eseri Kürdçeye çevirmiştir. Bununla birlikte kendisi de kendi dönemine kadar olan ve Şerefname'de belirtilmeyen tarihi bilgileri ikinci bir cilt olarak yazıp buna Tarixê Kurdıstanê Cedid ismini vermiştir. Yani Şerefname yazarı Şerefxan kendisine kadarki olayları yazmıştır. Fakat, Şerefxan ile Molla Mahmudê Beyazid-i arasında geçen hadiselerin ve tarihi olayların tarihini ise Molla Mahmudê Beyazıd-i yazmıştır. Tercüme ettiği birinci eser olan Şerefname'ye Tarixê Kurdıstanê Qedim adını vermiş, ikinci cilt olarak kendisinin de eklediği ilaveye de Tarixê Kürdistanê Cedid ismini vermiş.
Ahmed-i Hani Camii iç kapısı üzerinde yer alan tarihi kitabeler
Konuşmasında Ahmed-i Hani Hazretlerinin talebesi Molla Mahmudê Beyazıd-i'ye özel bir parantez açan Geçit, kendisi ve bölgeye katkıları hakkında şu bilgileri paylaştı:
Bununla birlikte Alexander Jaba isimli Rusların Erzurum Başkonsolosu ile birlikte o bölgede yazılı olan bir takım yazma eserlerin nüshalarını çıkararak Sankt-Petersburk Üniversitesi Kütüphanesine göndermişlerdir. Ve Alexander Jaba ile Molla Mahmudê Beyazıd-i Fransızca-Kürdçe sözlük yazmışlardır. Yani bizim ülkemizde Osmanlı döneminde Fransızca-Kürdce sözlük yazılmış, bu da çok önemli bir ayrıntıdır. Hatta Molla Mahmud'tan yaklaşık 50-60 yıl sonra, Doğubayazıt'a gelen bir papaz hem Diyadinli ve hem de Doğubayazıtlı Müslüman Kürtlere bir müjde veriyor ve diyor ki, 'Kur'an-ı Kerim'in Kürdçe mealini yakında çıkarıp size getireceğiz.' O dönemde misyonerlerin, oryantalistlerin bu alimler üzerinde bir takım araştırmalar yaptıkları, onlarla irtibata geçtikleri bilinmektedir. Tabi oryantalistlerin sömürge ve işgal politikalarını biz biliyoruz, bunu hariç tutarız. Ancak bu bölgede İslam âlimlerinin Kürdçe, Farsça, Osmanlıca, Arapça kitap yazdıklarını biliyoruz. Tabi Molla Mahmudê Beyazid-i'den sonra Doğubayazıt bölgesinin tarihi açıdan kritik bir noktada olması ve sürekli dış ülkelerin dikkatine mazhar olması, örneğin Rusların 2-3 defa işgaline maruz kalması, Osmanlı, Safevi, İran arasındaki savaşlarda kritik bir noktada olması, bu ve benzeri birçok olayların Cumhuriyet tarihinde de meydana gelmesi, örneğin Ağrı ayaklanmasının olması münasebeti ile tarihten günümüze kadar Doğubayazıt'ta sürekli halk, ulema, medreseler el değiştirip ilmi çalışmalar ve kurumlar inkıtaya uğramaktadır.
"Doğubayazıtlı âlimler insan neslini üç mertebeye ayırmışlar"
Bayezid tarihi ve uğradığı istilalar hakkında da bilgi paylaşımında bulunan Salih Geçit, yaşanan kriz dönemlerinde bile bölgede önemli şahsiyetlerin yetişmiş olmasının dikkat edilmesi gereken bir husus olduğuna işaret etmekte.
Geçit, "Mesela Bayezid ve çevresi 13'üncü yüzyılda Moğolların istilasına uğramıştır, 14'üncü yüzyılda Timur'a bağlı askerlerin istilasına uğramıştır. 15'inci yüzyılda Safevilerin, 18 ve19'uncu yüzyıllarda Rusların ve Ermenilerin işgallerine maruz kalmıştır. Ve bu maruz kalma olayları neticesinde şehir baştanbaşa yıkıma uğratılmıştır. Ve öyle bir dönem gelmiş ki şehrin içinde bulunan herkes dışarı göç etmek zorunda kalmıştır. Yani Doğubayazıt sürekli dolmuş taşmıştır. Merkezi bir yer olması nedeni ile ne yazık ki bu ilmi gelenek muttasıl bir senetle peş peşe devam edememiştir. Ama bu olumsuz durumlara rağmen hakikaten Doğubayazıt'ın bu kriz ortamlarında yetiştirdiği büyük şahsiyetler çıkmıştır. Mesela Halife Yusuf, kendisi 7-8 kitap yazmış. Kürdce İrşadu'l Îbad isimli Ömer Nasuhi Bilmenin İslam İlmihali gibi bir ilmihal ve fıkıh kitabı yazmıştır. Yine Kürdce 'Feraiz' isimli İslam Miras Hukuku ile ilgili eser yazmıştır. O dönemde Kürdce hutbe kitabı yazmıştır. Tuhfetul Zakirin isimli bir Hadis kitabı yazmıştır. Tuhfetul Sibyan isimli çocuklara hitap eden bir eser de yazmıştır. Tabi Doğubayazıt âlimlerinin şöyle bir özelliği de var, âlimler insan neslini üç mertebeye ayırmışlar; birincisi, çocukluk dönemi, ikincisi gençlik, üçüncüsü ise yetişkinlik dönemi. Bu anlayış Ahmed-i Hani öncülüğünde şekillenmiştir. Çocukluk döneminde bulunan ve eğitime başlayan talebeler için Nûbihar isimli kitabı yazmıştır. Zaten kitabın ismi de bu açıdan önemli. Nûbahara Pıçukân (Küçüklerin İlkbaharı), daha çocuklar ilkbahar mevsiminde ilim öğrenmek ile uğraşır iken bir şeyler bilmesi gerekiyor. Bu Nûbahara Pıçukân isimli kitabında Arapça kelimeleri Kürdceye tercüme ediyor. Çocuklara hitap ettiği bu lügat kitabı içinde şiirsel olarak akılda kalabilecek, kolay ezberlenebilecek şekilde edebi, ahlaki, dini ve sosyal mesajları, nasihat ve tavsiyelerini yerleştiriyor. Tabi maksatta şudur; bölgemizde eğitim dediğimizde çağımızdaki gibi müspet eğitim ve din eğitimi yahut din dışı eğitimde, sekülerizm, pozitifizm, rasyonalizm veya rasyonalizm gibi dinle teolojik anlayışlar birbirleri ile çatışma içinde değildi. Ahmed-i Hani hakkında daha önce dediğimiz gibi hem dini kitaplar yazıyor ve hem de astronomi ile ilgili kitaplar yazıyordu. Zaten İslam tarihindeki ilmi gelenek de böyledir. Endülüs, Bağdat, Orta Asya’daki Buhara, Semerkand Medreseleri, Nizamiye Medreseleri, Cizre, Diyarbekir, Urfa, Hicaz medreselerimizde bu gelenek sürekli devam etmiştir." sözlerini kaydetti.
"Eski İslami ilim mirasımızda, geleneğimizde ilimler arasında bir çatışma, mücadele yoktu"
Salih Geçit, "İbn-i Sina bir filozoftur, aynı zamanda bir hekimdir, bir eczacıdır çünkü ilaçların nasıl yapılacağını söylemektedir, aynı zamanda kelamla ilgili kitaplar yazmıştır ve bir İslam âlimidir, Farabi de öyle İmam Gazali de. Mesela İmam Gazali bir mutasavvıftır, ariftir. Bununla birlikte tasavvuf eserleri var, fıkıh eserleri var, akaid, kelam eserleri var. Hatta yaratıkların acayip durumları ile ilgili güneşten, aydan, hayvanlardan, insanlardan, cismani varlıklardan olan varlıklardan bahseden eserler de yazmıştır. Yani bizim eski İslami ilim mirasımızda, geleneğimizde ilimler arasında bir çatışma, mücadele yoktu. Onlar birbirlerini tamamlıyordu, işte Doğubayazıt'taki âlimler de bunun bir devamı olarak farklı ilimleri yan yana getirerek kitaplar yazmışlardır." şeklinde konuştu.
"Molla Musa Celalî 45 ciltlik eser yazmış"
Günümüzde Ahmed-i Hani Hazretlerinin usulü üzerinde eserler kaleme alan, bölgenin tanınmış alimlerinden Ağrı'nın Doğubayazıt ilçesinde şuanda hayatta olan Molla Musa Celalî'den de bahseden Salih Geçit, şunları söyledi:
Molla Musa Celalî 45 ciltlik eser yazmış, Ahmed-i Hani'nin usulünü takip eden ve o çığırı devam ettiren bir âlim olarak gelmiştir. Yani Ahmed-i Hani sonrasında günümüze kadar yaklaşık 80-85 cilt eser vardır. Bu eserlerin yanında bazı kütüphanelerde şu anda tanınmayan bazı eserler daha vardır. İsimlerini bildiğimiz ya da bilmediğimiz eserler vardır. Araştırmacılar ileriki yıllarda inşallah bu eserleri çıkarırsa Ahmed-i Hani'nin şahsiyeti, ilmi etkisi sebebi ile kendisinden sonraki 300 yıl içerisinde 100 cilde yakın eser ilim adına hediye olarak verildiğini söyleyebiliriz.
Geçmiş dönemde eser kaleme almanın çok zahmetli olduğunu da anımsatan Geçit, "Tabi o dönemdeki eğitimden bahsederken tarihe canlı şahit olması münasebeti ile o dönemdeki eserler nasıl yazılıyordu? Bu önemli hususu da göz ardı etmemek gerekmektedir. Matbaa o dönemde özellikle Doğu ve Güneydoğu medreselerinde etkili değildi, kitaplar basılmıyordu, el yazısı ile yazılıyordu. Örneğin şu elimde bulunan eski eserler, dönemin bize bıraktığı kültür mirasının önemli kitaplarındandır. Medreselerde hocalar, talebeler kendi eserlerini kendileri yazıyorlardı, süsleyip ciltliyorlardı. Tabi kâğıt yok denecek kadar az, kalem yok, mürekkep sıkıntısı var. O dönemde esere ilave edilmek istenen bir bilgi varsa not kâğıdı üzerine yazıp kitabın uygun yerine iliştiriyorlardı." dedi.
"Sadece onun şahsiyetinden bahsetmiyoruz, onun bu bölgede başlattığı bir ilim hareketinden de bahsetmek zorundayız"
Almanya, Fransa, Rusya kütüphanelerinde bölgenin alimlerine ait önemli eserlerin olabileceğini ve bu durumun mutlak suretle araştırılması gereken bir konu olduğuna dikkatleri çeken Salih Geçit, konu hakkında şu bilgileri paylaştı:
Ahmet-i Hani ile ilgili dikkatimizi çeken birkaç husus var. Ahmed-i Hani dediğimizde biz sadece onun şahsiyetinden bahsetmiyoruz, onun bu bölgede başlattığı bir ilim hareketinden de bahsetmek zorundayız. Birincisi Ahmed-i Hani öncesinde bizim tanıdığımız âlim ismi şu anda yok. Belki Osmanlı arşivlerine, çevre ülkelerin kütüphanelerine gittiğimizde İran, Azerbaycan, Ermenistan, Rusya kütüphanelerine gittiğimizde bunun yanında bölgemizin resmi dokümanlarının götürüldüğü merkezi kütüphaneler olan örneğin Erzurum'a mı acaba götürüldü yoksa İstanbul'a mı gönderildi? Konya, Manisa kütüphanelerinde Ahmed-i Hani'ye ait el yazması kitaplar bulunmuştur. Dünyanın birçok yerinde bu belgeler var. Benim tahminime göre Almanya, Fransa, Rus kütüphanelerinde bizim bölgemizin ulemasının yazdığı eserler vardır. Biz Molla Mahmudê Beyazid-i vesilesi ile Rus Konsolosu olan Alexander Jaba'nın bu bölgede yazılmış el yazma nüshaları Rusya'ya götürdüğünü bilmekteyiz. Bu bizim için bir avantajdır, en azından bu eserlerin adreslerini biliyoruz. Buradan sadece ilmi eserler gitmemiştir, mesela İshak Paşa Sarayı'nda ilmiye bölümü var. Orada kütüphane, cami vardı, müderrisler ders veriyorlardı. O kütüphane bölümünde kitap raflarını da görmekteyiz ama kitaplar yok! Acaba bu kitaplar kim tarafından nereye götürüldü?
"İshak Paşa Sarayı o dönemde sadece taştan yapılmış bir saray değildir"
"Bu bölge İran, Osmanlı arasında olduğu için bir de işin ticaret, siyaset, idare ve diplomasi boyutu var." diyen Salih Geçit, yaptığı araştırmalar çerçevesinde edindiği bilgiler hakkında, "Bilindiği üzere İshak Paşa ve evladı bu bölgede Osmanlı Devletini temsil ettikleri için muhteşem bir saray yapmışlardır ve bu saraya dünyanın her tarafından devlet temsilcileri geldiği gibi devletlerin ajanları da gelmiştir. Hatta saray yönetiminin bazı batılı ajanları yakalatıp zindana attığı daha sonra o devletlerin imparatorları tarafından Osmanlı Sultanına ricada bulunulduğu, Osmanlı Sultanının emri nedeni ile İshak Paşa'nın o ajanları zindandan çıkardığı, salıverildiği bilinmektedir. Tabi tarih kitaplarımızda bunlar geçmektedir. Bu durumlarda şunu görmekteyiz, İshak Paşa Sarayı o dönemde sadece taştan yapılmış bir saray değildir. Sadece taşlar üzerine işlenmiş o motiflerden ibaret değildi. İshak Paşa Sarayı'nın altından yapılmış kapısı şu anda Moskova Müzesinde bulunmaktadır, diğer kapı ve pencereleri nerede? Tarihçiler olarak bunun peşine düşmemiz gerekiyor. İshak Paşa Sarayı'na yabancı devlet misyon şefleri geldiğinde yada başka bir ülkeden Osmanlı Devleti'nin başka bir varisi geldiğinde ağırlandıkları ziyafet salonları vardı. Sancak beyi sıfatıyla onlar ziyafet salonunda ağırlanıyordu. Mutfak, mülkiye bölümü var. Tabi o dönemdeki teşrifat malzemeleri şu anda nerededir? Hepsi yakıldı mı, yoksa götürüldü mü? Yine İshak Paşa Sarayı'nın altında silah depoları var, erzak depoları, atların ve askeriyeye ait malzemelerin korunduğu bölümler vardır. Bir tarafından zindan var ama öbür tarafından büyük depolar var. Bu depolarda, yenilen yemek ve ekmekler, arpa depolanmıyordu. Orada önemli tarihi bilgilere vesile olacak malzemeler ve silahlar da vardı. Çünkü sürekli bu bölgede savaş söz konusu idi." ifadelerini kullandı.
"Sadece Ahmed-i Hani ve talebelerine ait eserler kayıp değil…"
Geçit, şunları ekledi: "İshak Paşa Sarayı'nda adliye bölümü vardı ve bu bölümde farklı farklı muhakemeleri var, Kadı (Hakim)’in bulunduğu özel bölümü var. Şimdi mahkeme kayıtları ve sicilleri nerede? Gelen giden resmi evraklar vardı. İstanbul ile Bayezid Sancağı arasında yapılan yazışmalar, Bayezid Sancağı ile İran, Rusya ve diğer ülkeler arasında yapılan yazışmalar ve benzeri şuan elimizde olması gereken birçok belge ve bilgiler bulunmamaktadır. Yani sadece Ahmed-i Hani ve talebelerine ait eserler kayıp değil, bununla birlikte bölgemize ait birçok bilgi ve belge dünyanın farklı kütüphanelerinde ve ülkemizin farklı kütüphanelerinde bulunmaktadır. Bunların toparlanması için ilim adamı olarak bizlerin ve inşallah Ağrı İbrahim Çeçen Üniversitesinin katkısı olacak. Daha önce Üniversitemiz olmadığı için başka illerdeki üniversite hocalarının dikkatlerini bulundukları yerlerin tarihi, edebi zenginlikleri çekiyordu. Bölgenin genel tarihini veya merkez olarak İstanbul, Ankara gibi büyük merkezlerin ve Osmanlı Devletinin tarihi hakkında araştırma yapmak onları ilgilendiriyordu. Fakat günümüzde Ağrı'mızda da faaliyet yürüten Üniversitemizde yüksek lisans tezleri yapılmakta, doktora tezleri yazılmakta, birçok bilimsel araştırmalar yapılmaktadır. Hocalarımız farklı mekânlardan gelip bölgemiz üzerinde birçok araştırma yapmaktadırlar. İnşallah bundan sonra hocalarımızın, Üniversitemizin kültürel katkısı olarak bütün bu eksik bilgiler, derlenmesi gereken ama dağınık olan hali hazırdaki bilgiler bir araya getirilecek ve bu konuda inşallah iyi çalışmalar yapılacaktır."
İslami eğitim ve 'Bayezid Ekolü'
Ahmed-i Hani Hazretlerinin verdiği medrese eğitimi ile birlikte oluşan ekolün 'Bayezid Ekolü' olarak adlandırıldığını belirten Geçit, bu konu hakkında şunları söyledi:
Ahmed-i Hani başta olmak üzere onun bu bölgede kurmuş olduğu medrese ve ilmi ekole 'Bayezid Ekolu' ismini verebiliriz. Bölge, dünya ve Türkiye kültür birikimi açısından şunları ifade ediyor; Ahmed-i Hani ve ekolu demin söylediğimiz gibi gençlere, çocuklara ve yetişkinlere hitap eden yeni bir eğitim sistemi oluşturmuştur. İkinci olarak bu eğitim sisteminde iman, ahlak ve ilim olmak üzere üç alan beraber yürütülmektedir. Üçüncü olarak Ahmed-i Hani ve ekolü içinde yaşadığı toplumun sosyal sorunlarından uzak kalmıyorlar. Onlarla ilgili sorunları dile getirip çözümler öneriyorlar, onlarla ilgili çözüm yöntemleri de sunuyorlardı. Dördüncü olarak Ahmed-i Hani ve ekolü tarihi eserler yazmışlar, insanların dikkatini geçmişe çekerek geleceklerini daha sağlam bir şekilde teminat altına almalarına dair mesaj vermişlerdir. Bir diğer husus da şudur; Ahmed-i Hani ve ekolü fıkıh açısından bu bölgede Şafii mezhebine ait eğitimin önemine dikkat çekmişler ve kendileri bu konuda eğitim vermişlerdir. İtikat açısından Ehl-i Sünnet Vel Cemaatin Eş'ari mezhebinin itikadi esaslarını kitaplarında işlemişler. Çünkü burada Şiiler ve Sünniler arasında hem ilmi münazaalar ve hem de Osmanlı, Safevi arasında savaşlar meydana gelmiştir. Dolayısıyla Ahmed-i Hani ve ekolü ve talebeleri bu bölgede Ehl-i Sünnet Vel Cemaat mezhebinin savunulması gerektiğini söylemişlerdir.
"İslam Ümmetinin bir parçası olarak da Osmanlı Devletini ve bütün Müslümanları savunmuşlar"
Salih Geçit, sözlerini şöyle sürdürdü:
Bununla birlikte İslam Ümmetinin bir parçası olarak da Osmanlı Devletini ve bütün Müslümanları savunmuşlar. Bir diğer husus da özellikle medreselerde Arapça ve Farsça dilinin yanında bir de Kürdce kitaplar yazılması gerektiğini ifade etmişler, bu bağlamda yerel çapta mahalli dil ile eğitimin önemine dikkat çekmişlerdir ki biz bunun ne kadar önemli olduğunu günümüzde anlıyoruz. Günümüzde bütün dünya ülkeleri ister küçük ister büyük olsun kendi ana dilinde eğitim, kültürel haklar istiyorlar. Şu anda Türkiye'de Kürdce belagat, tefsir, hadis, ilmihal, edebiyat kitapları yazılmıştır. Ülkemizin üniversitelerinde Bingöl, Mardin, Van illerinde Kürdce ile ilgili doktora çalışmaları yapılıyor. İşte bizim şimdi geldiğimiz noktayı 300 yıl önce Ahmed-i Hani ve talebeleri bize öğretmiş, bildirmişlerdir. Yine bu bölgede farklı milletlerden Müslümanların yaşaması münasebeti ile oryantalistlerin, misyonerlerin, yabancı ülke misyon şeflerinin kışkırtması neticesi ile bölge milletleri arasında ırkçılık ve milliyetçilik duygularının da meydana geleceğini sezdiklerinden dolayı Kürdçe ile birlikte İslami bilgileri ve İslam ahlakını bizim halkımıza öğretme derdine düşmüşlerdir. Yani bizim sorunumuzu başkası değil ancak bizlerin kendi imkânlarıyla çözeceğimize dair basiretli mesajlarını vermişlerdir. Nitekim Ahmed-i Hani bir şiirinde 'Keşke zamanın sultanı benim gibi doğunun en doğusunda yalnız başına kalan bir şahsın şiirlerini, bu feryat ve haykırışını duymuş olsaydı ve merkezdeki şairlerin, âlimlerin yazdıkları eserler gibi biz taşradaki âlimlerin yazdığı eserlere değer vermiş olsaydı. Biz de o zaman Molla Cami gibi, Nizami gibi o dönemin şair ve yazarları gibi dertlerimizi çok güzel bir şekilde yazardık ve kendilerine sunardık' der. Yani burada merkez olarak Osmanlı sultanının kendilerine kulak asması gerektiğini, aksi takdirde başıboş ve yalnız bırakıldığında ise ileride bir takım sorunların çıkacağını da beyan etmişlerdir.
Salih Geçit, "Kısacası Ahmed-i Hani bize ilim, ahlak, iman mirası bırakmıştır. Nûbihar'a baktığımızda bilgili, kültürlü ve ahlaklı bir neslin yetiştirilmesi gerektiğini beyan ediyor. Akide-i İmanê kitabına baktığımızda inançlı bir gençliğin yetiştirilmesi gerektiği mesajını almaktayız. Mem û Zîn kitabına baktığımızda o kitapta birincisi olarak yönetim ve idare açısından adaletli bir yönetim talebinde bulunmaktadır. Merhametle hareket eden bir yönetim talebinde bulunmaktadır. Ama halktan da demin söylediğimiz gibi bilgili, kültürlü bir halk oluşturulması gerektiğini ve hepsinin özünde imanın olması gerektiğini ifade etmektedir." şeklinde konuştu.
"Ahmed-i Hani bu çığırı açmamış olsaydı elimizde bu eserler olmayacaktı"
Ahmed-i Hani ve müntesiplerinin tek boyutlu değil çok yönlü olarak ele alınmaları, haklarında yapılacak araştırmalarda ise bu hususun göz ardı edilmemesi gerektiğinin altını çizen Geçit, "Ahmed-i Hani ve onun yetiştirdiği bu çığırın müntesibi olan âlimlerin hepsi İslam âlimleridirler, arif ve mutasavvıftırlar, düşünür ve filozofturlar, dil bilimcisidirler, kendi kültür ve tarihi ile ilgilenen aydınlardırlar. Yani tek boyutlu değil çok boyutludurlar. Bunu söylerken de yani klasik bir müderris, hocalık, alimlik tipinden çok müderris, alim, aydın, dil bilimcisi hem şair ve hem de yazar olmaları Ahmed-i Hani'nin yetiştirdiği ekolden bugüne kadar 100'e yakın eserin yazıldığını ve bu zikrettiğimiz farklı bilim dallarından bir çok bilimsel eser ve tespitlerin bize hediye edildiğini görmekteyiz. Ahmed-i Hani bu çığırı açmamış olsaydı elimizde bu eserler olmayacaktı. Mesela Molla Musa Celalî'nin Fethu’l Kadiri’l-Mubin Şerhu Mem û Zîn kitabı iki ciltlik bir kitaptır. Ve bu kitap Mem û Zîn kitabının şerhi ve haşiyesidir. Ahmed-i Hani'nin bıraktığı eser bir ciltti, ama şu an iki cilt olarak haşiye olarak bize gelmiştir. Ahmed-i Hani'nin bize bıraktığı eserler âlimler tarafından şerh edilmiştir, batı dillerine tercüme edilmiştir. Yani Ahmed-i Hani her ne kadar bize dört eser bırakmış ise de bu eserler netice itibari ile elimizde 100 tane sadece Doğubayazıt ve Ağrı bölgesinin yetiştirdiği âlimlerin kitaplarına yansıyarak, onların varlık sahasına çıkışını sağlayarak bize önemli bir miras bırakmıştır." diye konuştu.
Salih Geçit, "Bunlarla birlikte yine Abdulcebbar Kavak hocamızın kaleme aldığı Cumhuriyet Döneminde Ağrı'da Tasavvuf isimli kitabı var. Bu kitapta hocamız 77 küsur âlim ismi zikretmektedir. Bu âlimlerin hepsi de Ahmed-i Hani'nin eserlerini okumuşlardır, okutmuşlardır ve ondan faydalanmışlardır. Bu âlimlerin de Ağrılı âlimler olarak yazmış oldukları birçok eser vardır. Bu âlimlerimizin yazdıkları kitaplarında sayısal olarak içine girersek belki 300'e yakın eserin bu âlimler tarafından yazıldığını söyleyebiliriz. Yani sadece bir kitapta Abdulcabbar hocamız 77 âlim ismi bize vermiştir." hususunu belirtti.
"Ahmed-i Hani'yi sadece Ağrı, Doğubayazıt'a münhasır bir alim olarak görmemek gerekmektedir"
Salih Geçit, Ahmed-i Hani Hazretleri hakkında paylaştığı bilgilere şu sözler ile devam etti:
Başka yerlerde Müslüman halklarla, âlimler Peygamber efendimizin torunları ve neslinden olan Seyitlerin etrafını sarmaktadırlar. Örneğin bizim bölgemizde de Berzenci Seyit ailesi gelmiş, ilmi faaliyetlerde bulunmuş yine Arvasi Seyitleri buralara gelmiş ilmi faaliyetlerde bulunmuştur. Birçok seyit, şeyh, müderris ailesi bölgemize gelmişlerdir. Şu an Ahmed-i Hani'nin Türbesi'nin etrafında birçok Arvasi Seyyidi'nin, âliminin de mezarı bulunmaktadır. Ama Ahmed-i Hani söz konusu olduğunda diğer bölgelerde Seyyidler ilim merkezlerinde merkezi bir konum teşkil edip Seyyid olmayan âlimler gelip onlardan ilim öğreniyorlardı. Fakat Doğubayazıt'a baktığımızda Arvasi Seyyidleri Ahmed-i Hani'nin etrafında kümelenmişlerdir. Ahmed-i Hani bir Seyyid değil, kendisini daima normal bir Kürd vatandaş olarak nitelemektedir. Fakat Seyyidler, Ahmed-i Hani'nin etrafında birleşmişler, vefat ettikleri zaman kendi mezarlarının onun mezarının yanına getirilip orada defnedilmeyi kendi evlatlarına vasiyet etmişleridir. Yani Ahmed-i Hani aslında önemli bir şahsiyet olarak Seyidler tarafından örnek olarak kabul edilen ve bütün İslam âlimleri tarafından üstad olarak, pir olarak, şeyh olarak kabul edilen bir şahsiyettir.
"Dünyanın birçok üniversitelerinde Ahmed-i Hani ve talebeleri hakkında araştırmalar, doktora tezleri ve farklı bilimsel çalışmalar yapılmaktadır"
Geçit, "Ve zikrettiğimiz bu ilmi hareketi başlatmış bir şahsiyettir. Ağrı ve Doğubayazıt'ta 'Bayezid Ekolü' ismini vermek mümkündür ama Ahmed-i Hani'yi sadece Ağrı, Doğubayazıt'a münhasır bir alim olarak görmemek gerekmektedir. O bölgemizin önemli bir şahsiyeti olmakla birlikte artık evrensel çapta bir bilim, hareket, fikir adamı olarak bilinmektedir. Bu sebeple şu an dünyanın birçok üniversitelerinde Ahmed-i Hani ve talebeleri hakkında araştırmalar, doktora tezleri ve farklı bilimsel çalışmalar yapılmaktadır. Ahmed-i Hani’nin eserlerinde anlatılan mesajlara, ondan bize aktarılan çalışmalara, geriye bıraktığı ilmi mirasa bakıldığında, ulaştığı seviye ve sahip olduğu kıymet-i ilmiyyesi itibari ile aslında onun dünya bilim hayatına mal olmuş, dünya bilim hayatında kendinden söz ettiren evrensel çapta bir âlim olduğu kabul edilmelidir. Evet, bölgesel çapta çok büyük bir değerimizdir, ama biz onu sadece bir bölgeye sıkıştıramayız, verdiği mesajlar itibari ile bölgesel olmakla birlikte dünya çapında özel bir değeri vardır, ama bir de evrensel olarak bütün insanlara ait evrensel ilim mirası açısından son derece önemli bir şahsiyet olarak onu kabul etmek lazımdır. Ve bu bizim için de bir şanstır. Ne mutlu ki bize ve büyüklerimize Ahmed-i Hani gibi bir şahsiyete sahip çıkmışlar ve bize tanıtma şerefine nail olmuşlardır. Bu bağlamda sizin bu konuya eğilmeniz de gelecek nesillere büyük bir ilim mirasını aktarma anlamında takdir edilmesi gereken örnek bir tavırdır." sözlerini kaydetti. (İLKHA)