HÜDA PAR Genel Merkezi, yaptığı yazılı açıklamayla gıda fiyatlarındaki aşırı artışlar, sağlık sektöründeki sorunlar ve yaşanan istifalar, el konulan tasarruf şirketlerinin mağdurları, Merkez Bankası ile Hazinenin borçlanma faizi, siyasilerin dili, Kudüs ve Mescid-i Aksa meselesi gibi konulara ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
Gıda fiyatlarının önlenemeyen yükselişinin büyük bir soruna dönüştüğü belirtilen açıklamada, Eylül ayında gıda enflasyonu yıllık yüzde 28,8, Ekim’de yüzde 27,4, Kasım’da ise yüzde 27,1 olarak gerçekleştiği hatırlatıldı.
Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) yayınladığı son raporda söz konusu gıda artış oranlarına işaret edilen açıklamada, "Türkiye, diğer üye ülkelere büyük fark atarak ilk sırada yer aldı. Bunun elbette birçok nedeni vardır. İthalata dayalı olması hasebiyle tarımsal üretimde girdi maliyetleri oldukça yüksektir. Bu durum üreticiyi zor durumda bırakarak üretimi sekteye uğratmaktadır. Ürünün tarladan pazara taşınması sürecinde oluşan ek maliyetler fiyatları etkilerken tarla ile pazar arasında oluşan aşırı fiyat farkları, bu alanda ciddi sorunların varlığını göstermektedir. Tedarik zincirindeki bu sorun tekelleşmeleri, suistimalleri ve bir yönüyle de denetimsizliği işaret etmektedir." denildi.
"Türkiye’de gıda fiyatlarının bu denli artış göstermesi, üretim ve iç pazar politikasındaki başarısızlığı göstermektedir"
Açıklamada, "Aşırı maliyet artışları ve aracıların daha çok kazandığı bir sarmal hüküm sürmektedir. Fiyat artışlarına karşı başvurulan ithalat yöntemi, geçici çözümler sunsa da yerli üreticinin rekabet gücünü daha da zayıflatmakta ve sektöre ağır darbeler vurmaktadır. Birçok ülkeye nazaran tarım ve hayvancılık açısından daha elverişli bir yer olan Türkiye’de gıda fiyatlarının bu denli artış göstermesi, üretim ve iç pazar politikasındaki başarısızlığı göstermektedir. Bu sektörde ithalata dayanan politikalar nedeniyle dışarıya akıtılan kaynaklar yerli üretime yöneltilebilseydi, bugün çok pahalı gıda tüketen ülke durumuna düşmezdik. Öte taraftan fiyat artışlarını fırsata çeviren ve stokçuluğun her türlüsünü uygulayan belli kesimler de fiyatlarda ciddi etki oluşturmaktadır. Bunun önüne mutlaka geçilmeli, gerekli önlemler bir an önce devreye konulmalıdır." ifadelerine yer verildi.
"İnsanların sağlığından kesinti olmaz"
Açıklamada, ekonomik koşullar ve sağlık sistemindeki olumsuzluklar sebebiyle doktorluk mesleğinin gün geçtikçe Türkiye’de daha da zorlaştığı, genç doktorların da yurtdışına çıkma arayışına girdiği ifade edildi.
Bu kapsamda, 2021 yılının ilk 9 ayında yurtdışında çalışmak isteyen 967 doktorun, Türk Tabipler Birliğinden yeterlilik belgesi almak için başvurduğu belirtilen açıklamada, 2012 ve 2013 yıllarında çift hanelerde seyreden bu sayının son 10 yılda 5 bine dayandığı kaydedildi.
Açıklamada, "Halen genç doktorların büyük çoğunluğu dil sınavlarını verebilmek için TUS dershaneleri yerine dil kurslarını tercih etmekte ve yurtdışında çalışabilmek için imkân aramaktadır. Bu, sağlık sisteminin sürekliliği açısından büyük bir tehlikedir. Sağlık sistemini çökertebilecek bu durumun önünü alabilmek için çalışma şartları ve mesleki iyileştirme anlamında bakanlık ivedi bir şekilde harekete geçmelidir." diye belirtildi.
Bazı kamu ve üniversite hastanelerinin tıbbi malzeme üreticilerine borçları sebebiyle ameliyatlarda aksaklıklar yaşandığı ve bazı tıbbi malzemelerin tedarik edilemediğine dikkat çekilen açıklamada, "Ciddi bir sağlık krizine dönüşen bu duruma el atılmalı ve hastanelerin borçları bir an önce ödenmelidir. İnsanların sağlığından kesinti olmaz. Ancak her türlü suistimalin de önü alınmalıdır. Çoğu ithal edilen tıbbi malzemelerin tedariki, öteden beri sorun teşkil etmekte, ancak fahiş fiyatlarla tedarik edilebilmektedir. Biyomedikal bölümler barındıran üniversitelerin, ülkenin ihtiyacı olan tıbbi malzemeleri üretebilecek alt yapıya kavuşturulması önemli bir husustur. Bu durum hem sağlık sektöründeki aksamaları bitirecek hem bütçe üzerindeki ağır yükü kaldıracaktır." değerlendirmesinde bulunuldu.
"Ev ve araba sahibi olma umuduyla şirketlere başvuran vatandaşların endişeli bekleyişi sürüyor"
1 Temmuz 2021 tarihinde tasfiyelerine karar verilen 21 tasarruf şirketindeki hak sahiplerinin mağduriyetlerinin hâlâ sürdüğünün hatırlatıldığı açıklamada, mağduriyetlerin önüne geçmek için sürecin BDDK ve TMSF tarafından yürütüleceğini bildirildiği ancak üzerinden geçen beş aylık süreye rağmen bu konunun açıklığa kavuşturulmadığı belirtildi.
Açıklamada, "Ev ve araba sahibi olma umuduyla bu şirketlere başvuran vatandaşların endişeli bekleyişi ise sürüyor. Birikimlerinin yüksek enflasyon ve kurlardaki yükseliş nedeniyle eridiğini ifade eden mağdurlar, mevcut belirsizliğin bitmesini ve mağduriyetlerinin giderilmesini istiyorlar." denildi.
"Yüksek üretim ve yüksek istihdam için acilen eylem planları dizisi devreye konulmalı"
Merkez Bankasının politika faizini yüzde 15’e düşürmesinin, ekonomide bir dönüm noktası olduğunun belirtildiği açıklamada, hükümet tarafından yeni bir modele geçiş olarak ifade edilen sürecin ekonomide köklü değişimlere ve beklenmedik sonuçlara neden olacağının görüldüğü ifade edildi.
Açıklamada, "Hayat pahalılığı, güvensizlik ve ön görememe zirve yaptı. Yaşanan ekonomik çalkantının büyük sonuçlarının olacağı görülüyor. Ekonomi yönetiminin başarısızlığının önemli bir paya sahip olduğu bu kriz süreci iyi yönetilemez ise toplumsal bir felaketle neticeleneceği aşikardır." denildi.
Bu süreçte kamu kaynaklarının kamu yararına hakkaniyetle ve etkin bir şekilde kullanılması, suistimallerin üzerine hassasiyetle gidilmesi gerektiği belirtilen açıklamada, "Bu anlamda; bankaların Merkez Bankasından yüzde 15 faiz ile aldıkları kredilere yüzde 50 kâr payı ekleyerek hazineye yüzde 22,7 faiz ile geri vermelerini anlamak mümkün değildir. Kamuyu ağır bir zarara uğratan bu duruma göz yumulmamalıdır." ifadelerine yer verildi.
Açıklamada, "Kur avantajına dayalı yeni modelde sadece yüksek kur, arzu edilen sonuca götürmez. Yüksek üretim ve yüksek istihdam için acilen eylem planları dizisi devreye konulmalı, bu ekonomik kasırganın toplumda oluşturduğu güvensizlik havası dağıtılmalıdır. İç piyasada suların durulması için arz ve talep dengesizliği giderilmeli, özellikle temel tüketim mallarında öncelik kendi toplumumuza verilerek son iki ayda yaşanan olumsuz hava güven ve istikrarla ortadan kaldırılmalıdır." denildi.
"İktidarıyla muhalefetiyle herkesin sorumlu davranması gerekir"
Son günlerde siyasilerin kullandığı ayrıştırıcı dile tepki gösterilen açıklamada şunlar kaydedildi:
Toplumun huzuru için çalışma yürütmesi gereken siyasetçilerden bazılarının düşüncelerini ve savundukları mefkureyi tarafgirlik zemininden çıkaramadıklarını, muhataplarını eleştirirken ötekileştirici ve kutuplaştırıcı bir üslupla hareket ettiklerini esefle izlemekteyiz. Bu durum, siyasette ahlak sorununu bir kez daha gündeme taşımıştır. Ahlak ve adaletin öncelenmediği siyasal bir ortam insanî ilişkileri zedeler, siyaset kurumunu yozlaştırır, toplumsal kopuşu ve çöküşü hızlandırır. Bir mecliste yumruklar konuşmaya başlamış ise orada tokalaşmak artık mümkün olmaktan çıkmıştır. İktidarıyla muhalefetiyle herkesin sorumlu davranması gerekir. Memleketimizin sosyal ve ekonomik açıdan bir yığın mesele ile karşı karşıya olduğu şu günler; sorunların çözümü için asgari müştereklerde buluşup ortak akılla hareket etmeyi zorunlu kılmaktadır.
Öncü olma iddiasında olanların dikkat edecekleri en önemli husus, temsil ettikleri kitlelere örnek olmaktır. İnsanımız artık kısır tartışmalar ve lüzumsuz kavgalardan usanmıştır. Sorunların çözümüne hiçbir katkısı olmayan gayri ahlakî tutumlardan bir an önce vazgeçilmelidir. Sıradan bir vatandaş ile siyasi bir kişiliğin yapacağı yanlış aynı değildir. Siyaset, toplumsal hayatın ahengini ve bütünlüğünü muhafaza etmek için vardır. Bunun sağlanabilmesi de siyasi çalışmaların mutlak surette ahlakî bir zeminde yapılmasına bağlıdır. Bu nedenle çağrımızı bir kez daha yineliyoruz: Lütfen ayrıştırıcı ve kutuplaştırıcı tutum ve davranışlardan bir an önce vazgeçerek halkın gerçek gündemine odaklanın.
"RTÜK mevzuatı yeniden düzenlenmelidir"
Gayri ahlakî TV programlarının topluma ciddi zararlar vermeye devam ettiğinin vurgulandığı açıklamada, son yıllarda Türkiye'de yaşanan buhranların ve ahlakî çöküşün temelinde yatan film ve TV programlarının, aile kurumuna büyük darbe vururken toplumda yeni sorunların oluşmasına da yol açtığı belirtildi.
"Bütün bunlar olurken RTÜK’ün bu konuda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmemesi düşündürücüdür." denilen açıklamada, "Türlü stratejilerle değerlerine karşı adeta savaş açılmış bulunan toplumumuz savunmasız bırakılmış, değerleriyle tamamen zıt yayın ve içeriklerle baş başa bırakılmıştır. Ahlaksızlığın kaynağı haline gelen yapımlar, maneviyatımızı kirletmekle kalmayıp insanımızı suça özendirmektedir. Televizyon ve İnternet üzerinden yapılan yayınları denetlemek ve müdahale etmek için var olan RTÜK, yayınları eleştirmeyi tercih etmekte, halktan ciddi tepkiler gelmeden harekete geçmemektedir. İnternet üzerinden yayın yapan ve birçok ahlaksızlığın kaynağı haline gelen Netflix film platformlarını kontrol edip denetlemek yerine Türkiye’de yayın yapabilmesine aracılık etmektedir. Bu da geleceğimiz ve gençliğimiz için büyük bir tehlikedir. RTÜK’e asıl görevini hatırlatıyor ve daha sorumlu hareket etmesi çağrısında bulunuyoruz. Zararlı içeriklerle mücadelede daha işlevsel hale gelebilmesi için RTÜK mevzuatı yeniden düzenlenmelidir." ifadelerine yer verildi.
"Filistinliler, temel hak ve özgürlüklerden sistematik olarak mahrum bırakılmaktadır"
İşgalci Siyonist rejimin, Kudüs ve Mescid-i Aksa’ya saldırılarını artırırken bir taraftan da Gazze’deki muhasara ve ablukayı acımasızca sürdürdüğüne dikkat çekilen açıklamada, Mescid-i Aksa’yı tamamen işgal etmenin bir ön aşaması olarak Müslümanların girişine kapatmak istendiği ve siyonist Yahudilerin baskınları ile mahremiyetinin ayaklar altına alındığı ifade edildi.
Açıklamada, "Şeyh Cerrah Mahallesi başta olmak üzere Aksa’ya komşu Müslümanların oturduğu evler düzmece mahkeme kararlarıyla zorla boşaltılarak işgal edilmektedir. Bununla birlikte Gazze’ye yönelik abluka acımasızca devam ettirilmekte, yeniden imar ve alt yapı için gerekli olan malzemelerin girişine izin verilmemektedir." denildi.
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri Michelle Bachelet’in geçen hafta verdiği brifinge atıfta bulunulan açıklamada, "Brifingde; Gazze halkının 15 yıldır kara, deniz ve havadan ablukaya maruz kalması insani durumu ciddi şekilde etkilemektedir. İşgal ve abluka gerçeğiyle yaşayan Filistinliler, temel hak ve özgürlüklerden sistematik olarak mahrum bırakılmaktadır. Filistinlilere yönelik ölümle sonuçlanan orantısız güç kullanımından derin endişe duyulmaktadır. İnsan hakları ihlalleri kronik bir şekilde cezasız kalmaktadır. Bu durum bir felakettir, denildi." ifadelerine yer verildi.
Filistin’de bunlar yaşanırken İstanbul’da 28 ülkeden İslam âlimlerinin Kudüs gündemiyle toplandığının hatırlatıldığı açıklamada, çalıştay sonucunda işgalin bitmesi ve direnişin desteklenmesi için 8 maddelik bir sonuç bildirgesinin yayınlanmasının takdire şayan olduğu belirtildi. Açıklamada, "İslam âlimleri, Kudüs davası etrafında kenetlenmeli ve bu kutsal davada ümmete önderlik etmelidirler." çağrısında bulunuldu.
"Mevcut vergi politikaları ivedilikle gözden geçirilmeli"
"Dünya Eşitsizlik Raporu 2022"ye değinilen açıklamada, milyarderlerin pandemi sürecinde küresel servetteki paylarını daha da yükselttiği eşitsizliğin rekor hızda arttığı verilerle ortaya konduğu aktarıldı.
Açıklamada, "Dünyanın birçok bölgesinde en zengin yüzde 10’luk kesim, toplam servetin yaklaşık olarak yüzde 80’ini elinde tutmaktadır. Rapora göre Türkiye'de de gelir eşitsizliği son 15 yılda hızla artmaya devam etmiştir. Haksız kazançlarla oluşan gelir dağılımındaki adaletsizlik, bugün dünyada var olan yoksulluğun ve yoksulluk kaynaklı istikrarsızlığın en temel nedenidir. Hükümetlerin ve halkların yoksullaştığı, sermayenin belli başlı zenginlerde toplandığı görülmektedir." denildi.
Açıklamanın sonunda, "Gelir dağılımında adaletsizliğe yol açan etmenlerin en önemlilerinden olan mevcut vergi politikaları ivedilikle gözden geçirilmeli, adil bir dağılımı sağlayacak yeni düzenlemeler yapılmalıdır. Gelirlere yönelik denetimlerin hükümetlerce etkin bir şekilde yapılmaması hatta bu durumun yolsuzluklara araç olması, bununla birlikte yasak faaliyetlerden elde edilen kazançlar, söz konusu mali dengesizliğin kaynakları arasındadır. Teşviklerin adaletsiz yapısı giderilmedikçe ve yolsuzluklar ile haksız kazançlar engellenmedikçe makas iyice açılacak, milyarderler servetlerini artırırken hükümetler ve halklar daha da fakirleşecektir." değerlendirmesinde bulunuldu. (İLKHA)