Bırakın teklif etmeyi “teklif dahi edilemez” cümlesi tartışılamaz bile. Nedeni sorulamaz, kürsülerde, medyada konuşulmasına müsaade edilemez.
Kim dedi? Halk mı? Hayır, darbeciler dedi.
Bu trajikomik durum bir çok şey söylüyor:
Birincisi; Şöyle denmiş oluyor: “Ey bu coğrafyada demokrasi ninnisi ile beşik yerine sandıkta uyutulan kalabalıklar! oy verdiğiniz parti yüzde yüz bile oy alsa devletin gerçek idarecisi olamaz. Çünkü anayasada bir madde var o, sizden de sizin tercihlerinizden de, vekillerinizden de üstündür. Ama boş verin bunları, siz yüksek kiraları konuşun, otomobil piyasası, servis ücretleri filan bunlarla ilgilenin arada bir merakınıza çöreklenen haberleri konuşun. Tabi bu arada “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” cümlesini heceleyerek okuyup yazmaya da devam edin.”
İkincisi; Hakka çağrıldıkları zaman "Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter" (Maide 104) diye tepki veren inatçılar, atalarının kendilerinden her açıdan daha yeterli olduğuna kitleleri inandırarak bunun saltanatını sürüyorlardı.
Tam şöyle diyerek:
“Atalarımız en doğrusunu yapmışlar bu bize yeter, başka doğru arayamayız. Zaman ne kadar değişse de, ihtiyaçlar, olgular, algılar başkalaşsa da atalarımız her konuda hepimizden daha iyi, daha kusursuz, daha kapsayıcı, daha sağlam, daha güvenli düşünmüşler, bu bize yeter, aklımızı kullanıp düşünmemize, yenilik ve değişime gerek yok. Hatta şartlar nereye evrilirse evrilsin ataların yapıp ettiklerinde -haşa- kusur görür gibi hata aramaya gerek yok.”
Üçüncüsü; Zurnanın zırt dediği yer deyimi vardır ya. Meselenin en can alıcı noktası: Sınır çizmek. İki ülke birbiriyle uğraşır, sonunda bir şekilde anlaşırlar ve şurası aramızda sınır olsun derler anlarsınız. Ya da aracıların, hakemlerin vereceği kararı kabul ederler anlarsınız. Peki anayasa dediğiniz şey, toplumun hepsi için belirlenen hükümler olduğuna göre bu 82 Anayasası yani sınırları hangi kabul ile, hangi anlaşma ile ya da hangi vekaletle konuldu?
“Yahu altı üstü bir madde yazılmış amma da taktınız kafayı” modunda olanlar var ya. Bunların vebal reseptörleri çalışmıyor. Oraya rasgele yazılan cümlelere dayanarak nice hayatlar karartıldı, nicelerine akıl almaz haksızlıklar yapıldı, yapılıyor ve yapılmaya devam edeceği gözüküyor. Bunun hesabı sorulduğu zaman şöyle mi diyeceksiniz: “Biz helal haram koyma yetkisine sahip değildik ama birileri zorla, gasp ile darbe ile devletin başına gelmişler ve bizim adımıza yazıp çizmişler biz de devletin bekası buna bağlı deyip kabul etmişiz..”
Koskoca devletin bekası, kurulduktan altmış sene sonra darbeci bir generalin eklediği bir anayasa maddesine bağlıysa, o zaman jakoben kafalarda konforlu bir korku imparatorluğu hükmediyor demektir.
Eğer gerçek buysa her tarafa vefa borcu olarak Kenan Evren heykelleri de dikilmeli değil mi? Baksanıza o olmasaymış yine olmazmışız.
Dinin sahasına girip de oradan kendi keyfi için roller çalarak geleceğini garantiye aldığını zannedenlerin endişeleri asla toplumun menfaatleri değildir.
Aklın tatil edildiği dönemlerin en görkemli eserleri piramitlerdir. Ayeti kerime, bu piramitlere kazıklar der. Ve çaktıkları kazıklar onları Allah’ın gazabından kurtaramamıştır. Herkes eserine bakmalı.
Velhasıl söz çok da israf olmasın diye özetleyelim:
İlahi bir kaynak var. Sürekli hakikatın kaynadığı muazzam bir kaynak. Nedir O? Kur’an-ı Kerim ve onun örnek uygulaması olan Sünnet-i Seniyye.
Bu kaynak hiç durmuyor.
Ve bu kaynağa beton döküp kapatmak imkansız. Çünkü sahibi buna izin vermiyor.
Ee ne yapacaksınız önündeki duvarı nereye kadar yahut ne zamana kadar yükselteceksiniz?