Alevler içindeki çocuk ve bilmenin vebali

Bilgi ve davranış üzerine nice ilim dalları var. Tarihin her döneminde bunlar sistemli olarak öğrenilmiş, öğretilmiş. Yaşamın her alanı bu ilimlere dayandığı için sürekli gelişmeye devam ediyorlar.

Ahiretin tarlası olan şu kısacık dünyada, herkesin her şeyi öğrenmesi zarurî olmadığı için Efendimiz (sav)’in "Faydasız ilimden Allah'a sığınırım" duası bize yol gösterir.

Hatta birçok bilgi vardır ki, onlarla meşgul olmak kişiyi felâkete, helâkete götürür. Rabbimiz ayet-i kerimede bizi şöyle uyarır: “Ey iman edenler! Açıklandığı takdirde sizi sıkıntıya sokacak hususlarda soru sormayın.” (Mâide 101)

Öyle ya mesela ne zaman öleceğimizi yahut başımıza ne vakit ne türlü bir problem geleceğini bilseydik, hayatın tadı tuzu olmazdı.

Hz. Musa aleyhisselâma gelip de; “bana hayvanların dilini öğret” diyen ve sonunda pişman olan adamın Mesnevî’de geçen hikayesini de bilmeyen yoktur.

Çağın insanının bugün giriftar olduğu sorunların önemli bir sebebi de bu: Ulaştığı teknolojilerle bilmemesi gereken bilgilere de erişiyor olması. Elindeki ekrandan görmemesi gerekeni, duymaması gerekeni sürekli müşâhede ediyor olması. Üstelik seviyesine, kapasitesine bakmadan.

“Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilseydiniz az güler, çok ağlardınız; yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz; yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz." buyuran Resulullah(sav), tebliğin hikmetini gözeterek muhataplarıyla bilgi arasındaki alâkânın sınırını geçmemiştir.

Bir gün ashabından ilme merakıyla meşhur Abdullah b. Mes'ûd radıyallahü anh ile beraber Hacûn denilen bir yere varmış, toprağa bir çizgi çekerek ondan bunu aşmamasını istemiş ve çizginin ilerisinde cinlere Kur'an okumuştur.

Sahabe efendilerimiz -radıyallahü anhum ecmain- takdir-i ilahi tarafından teyid edilmiş, özel bir konuma seçilmiş kimselerdi. Ama onların da bildikleri vakit tahammül edemeyecekleri şeyler vardı.

Bugün fikrî, itikadî ve amelî sapmaların da temel sebebi, kişinin dinlememesi gerekenlere kulak vermesi, okumaması gerekenleri okuması değil midir?

Burada asıl mesele, bize neyin lazım olduğuna nasıl karar vereceğimiz. Sokrates’in üçlü filtresi de güzel bir ölçüdür: Bilgi doğru mu, iyi mi, işe yarar mı? Fakat bu da yeterli değil. Çünkü doğruluk, iyilik ve faydalılık da göreceli olmaktan her zaman kurtulamaz.

Sonuçta cüz-i irademizin takıldığı iki örgü şişi ile yani acizliğimiz ve muhtaçlığımızla kaderin dokuduğu nakışlarız. Hakka teslim olup Kur’an ve Sünnet denilen iki emanete sımsıkı sarılarak istikamet duasından başka bir seçeneğimiz yoktur. Resulullah (sav)’in en çok yaptığı dualardan biri de neydi: “Bize hakkı hak olarak göster ve ona tabi olmayı bize nasip eyle! Bâtılı da bâtıl olarak göster ve bize ondan gereğince uzak durmayı nasip eyle!”

Ve bu mevzuda en kritik nokta ise, sorumluluk yükleyen bilgiyle temastır. Dünyanın en uzun nehri, en yüksek tepesi, en derin çukuru gibi bilgilerin lüzumsuzluğu, insanın merakını, vaktini, himmetini boşa harcadığı için belki kaçınması gereken abes şeylerdendir.

Ancak, ders ve ibret alınması gereken varlıklar, olaylar öyle midir? Veya dünyadaki müslümanların vaziyetini bilmek öyle midir?

Haydi filan yerde akıl almaz çileler, zorluklar, acılar yaşayan din kardeşinin durumunu bil de umurunda olmasın. Bu imanlı bir ruh için kolay mıdır, ya da vebalden, ahirette hesaptan kurtarır mı?

Ne garip bir cendere değil mi?

Öyle şeyler var ki, bilmekten kaçmanın mazereti yok. Hele de şu asırda “bilmiyordum” da diyemezsiniz. Fakat bilince de amel gerektiriyor, eylem, davranış, müdahale gerektiriyor. İyi de bir duvarı aşsanız diğerini aşamıyorsunuz ve öğrendiğiniz bilginin ağırlığı altında eziliyorsunuz.

Ve bu keşmekeş ile ilahi huzura sevk ediliyoruz. Büyük mahkemeye.

Havf ve reca terazisinin korku kefesi öyle ağırlaştı ki; Hz. Ömer radıyallahu anh’ın; “Ah! Şu saman çöpü olsaydım, ah keşke yaratılmasaydım, ah keşke hiç bir şey olmasaydım! Ne olurdu, anam beni doğurmasaydı, keşke unutulup gitseydim!” cümlelerine benzer sızılar birikiyor içimizde.

Zalimin yaktığı okulda, alevler içinde yürüyen kız çocuğu dolaşıyor sinemizde.

Bilmemek kahır, bilmek ızdırap, bilip yetişememek hepsinden ağır.

Ya ilâhi!

Affeyle! Affeyle! Affeyle!

foto
Yazar: Özkan Yaman
YORUM YAPIN(üye olmadan da yorum yapabilirsiniz)
Yorumla
İptal