Vücudunun dörtte üçü, konulduğu kabın şeklini alan sudan oluşuyor. Neye alışmaz ki
insan?
Soğuğa, kara, fırtınaya, sıcağa, hastalığa, ayrılığa ve ölümün bin bir çeşidine.
Sonra asla onaylamam dediği şeylere..
Zararını bildiği halde sigaraya, içkiye, kumara.
Vakit öğütücülere, edep kesicilere, sanal rezaletlere..
Gayesizliğe, başıboşluğa, bitmek bilmeyen heva hevese, hazza, cehalete, zarurete, ihtilafa..
Ardından asla tepkisiz kalamam dediği zorbalığa, ihanete, şerre, isyana, şeytanlığa, zalimin bitmek bilmeyen cevrine, cefasına, fitne fesadına..
İnandığı gibi yaşamayınca yaşadığı gibi inanmaya başlamak da alışmakla ilgili.
Eliyle müdahalesi şart iken önce sadece işitip bakmakla yetinip bilahare o hadiseye gözünü ve kulağını kapatmak diye tarif edebileceğimiz kötü huylu kanserden bahsediyoruz. Farkındalığın ölümünden yani.
İşitmek ama duymamak. Çünkü işitmek sesin kulak vasıtasıyla beyne ulaşması demek. Tamamen biyolojik bir süreç. Ancak duymada ise ses, duyulara hislere varıyor ve onları bir şekilde harekete geçiriyor.
Haşlanan kurbağa sendromundaki acı gerçekliğin sonuna yaklaşırken kalan son nefesiyle hâlâ “bana değmeyen yılan bin yaşasın” diyen zavallıların devasa galerisi içindeyiz.
Zamana yayılan seramonik bir harakiri.
Kötü huylu alışma illetine karşı ilaç her halükarda yine Allah’a ve ahiret gününe imandır.
Durağan bir iman da değil:
“Ey iman edenler Allah’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin!” (Nisa 136)
Ve sadece işitip bakanın imanı da değil:
“.. imanıyla bir hayır kazanmayan kimseye o gün o imanı fayda sağlamaz.” (En’am 158)
Yalnız insanın içindeki vicdan, alışmak için bir zihni dayanak istiyor.
Bunun için de sağdan, soldan yanaşan şeytan ve dostları devreye giriyor:
“Ne yapalım, adamlar dünyayı avuçları içine almışlar.”
“Şu zalimi durdurmak için adım atmak, onun hamisi olan bütün zalimleri karşına almak demektir.”
“O mazlumlar için dua ediyoruz, katilleri kınıyoruz.”
Lübnan için de aynısını diyorlar: “Onlar da yerlerinde dursaydı. Ne gerek vardı öyle siyonistlere bir şeyler atmaya, neden tahrik ettiler? Bak Ürdün’e bir şey diyen var mı? İyilik eksenindeki (!) Mısır’a, Suud’a, BAE’ye bir şey diyen var mı? Adamlar gül gibi geçinip gidiyorlar. Huzur ve güven içindeler. Neden rahat durmuyorsunuz? Neden?”
Yaşadığı coğrafyaya zıkkımlandığı rakı şişesinin dibindeki camdan bakanların “ne işimiz var Libya’da, ne işimiz var şurada burada?” deyişleri de aynı defterden.
Bir pencereden bakınca fitne kazanını kaynatmaktan aklı selim düşünmeye vakit bulamayan son derece hassas ahmakların asrında kötü huylu alışmışlığın helak ettiği bir dejavu görünüyor.
Neyse ki, başka pencereler var. Oralardan bakınca Filistin’in tüm dünyayı bir kötülükten kurtarmak üzere olduğu görülüyor.
Allah yolunda direnip şehid olmaya alışanların, küffara satılmış ruhlar da dahil çok büyük bir temizlik yaptıkları görülüyor.
İstikametten sapmadan Hak uğrunda cihada alışmış yiğidlere ilahi yardımın açıkça devam ettiği görülüyor.
Ve Yanki’nin yine kuyruğunu kıstırıp kaçacağı gözüküyor.