Gazze’de katledilen gazetecilerin sayısı resmi rakamlara göre 211 oldu.
Belki vahşice katledilen 50 bini aşkın sivil rakamının yanında rakamsal olarak bir şey ifade etmiyor, ama bu rakam büyük savaşlarda bile görülmedi.
2. Dünya savaşında 6 yılda öldürülen gazeteci sayısı 69’dur.
Amerika’nın işgal ve katliamına uğrayan Vietnam’da 20 yılda 63 gazeteci öldürüldü.
Irak’ın işgali sürecinde 455 gazetecinin öldüğü kaydedildi.
Tabii adı geçen süreçlerde öldürülen gazetecilerin bir kısmı çatışma alanında kaldığı için yanlışlıkla öldürüldü.
Gazze’deki durum ise çok farklı.
Gerek araçlarında gerekse de giydikleri yeleklerde ne iş yaptıkları açıkça belirtiliyordu. Hatta kimileri nerede olduklarını da siyonist teröristlere haber veriyordu hedef alınmamak için.
Ama yaptıkları iş, vahşeti, insanlık dışı saldırıları, hukuk tanımazlığı tespit etmek ve kayıt altına almaktı.
Sürekli ölümün kıyısında dolaştılar; ama yaptıkları işin öneminin farkındaydılar, o yüzden de Gazze’yi terk etmeyi kabul etmediler.
Hastanelerin vurulmasını kayıt altına aldılar, açlığın silah olarak kullanılmasını kayıt altına aldılar, sağlık görevlilerinin doğrudan hedef alınmasını, sadece sağlık amaçlı kullanılan ekipmanın tahrip edilmesini kayıt altına aldılar.
Soykırım mağduru kişilerin çocukları olduklarını söyleyen insan kılıklı vahşi yaratıkların soykırımcılıklarını tescillediler ve tarihe not düştüler.
Bazen çocuklarının, bazen arkadaşlarının cenazelerini gözyaşları ile taşıdılar; ama ölümden korkmadan şeytan yüzlü siyonistlerin gerçek yüzlerini deşifre ettiler, onların işgalci oldukları kadar hırsız, katil ve sadist psikopatlar olduklarını tüm dünyaya gösterdiler.
Her çekim yaptıklarında, her kayıt aldıklarında son işleri olduğunu düşünerek yaptılar, kendileri göremese de zulmün elbette bir gün sona ereceğine olan inançlarını kaybetmeden, Allah’a teslimiyetlerini kaybetmeden çalıştılar.
Evleri bombalandı, araçları hedef alındı; ama direndiler.
Enkaza dönen Gazze’nin mahallelerinde sığındıkları çadırlar bombalandı ve ateşe verildi.
Tüm dünya canlı yayın gibi yakılarak öldürülen gazetecileri izledi.
Ahmet Mansur, Hilmi el Fakavi ve Yusuf Hazendar…
Siyonist destekçileri yine pis pis sırıttı, işbirlikçiler görmezden geldi, küresel medya organizasyonları istatistiklere birkaç rakam daha girdi, vahşetin finansman ve lojistiğini sağlayanlar sustu, birileri kınadı, birileri çağrıda bulundu, birileri öfkeyle bağırdı.
İnsan olanların yüreği bir kez daha yandı, çaresizlik biraz daha büktü içi yananların belini.
Ama gerçek olan şuydu ki, herkes izledi.
Geride emanetini sürdürmek isteyenlerden birinin şu sözleri kaldı:
"Ahmed Mansur silah taşımıyordu. Elinde bir kamera vardı ve bu tek başına yalanlar ve tahrifatlar üzerine kurulu bir varlığı korkutmaya yeterliydi. Sahada olması onlar için bir meydan okumaydı ve onu silmeye karar verdiler.”
Yalanlar ve tahrifatlar üzerine kurulu bir varlık…
Soykırımcı Siyonist vahşeti belki de en iyi anlatan kelimeler…
Soykırımcı teröristler öldürerek, yıkarak, yakarak varlıklarını sürdüreceklerini sanıyorlar; ama yanılıyorlar.
Hakikat yakılarak yok edilemez!
Ve batıl yok olmaya mahkumdur!