Siyonist çetenin soykırımı karşısında hiçbir şey yapmayan ABD ve AB’nin Kızıldeniz’de ticaretin sıkıntıya düşmesi nedeniyle Yemen’e karşı askeri operasyonlara girişmesi vicdan sahibi insanları ciddi biçimde rahatsız etti.
Ortada tüm insani değerlerin ayaklar altına alındığı bir soykırım var ve Batı’da neredeyse hiçbir yönetim “ateşkes yapılması” konusunda çağrıda bulunmuyor ya da bulunamıyor.
AP üyesi Clare Daly, bu ikiyüzlülüğe karşı sesini yükseltti ve AB'nin soykırımcı rejim yerine Yemen'e yönelik karar alma girişimine, "AB'nin ahlaki otoritesi yok" sözleriyle tepki gösterdi.
AP üyelerinin "uluslararası hukuku korumak" adı altında Yemen'e karşılık verilmesi yönündeki görüşlerini eleştiren Daly, "Aynı uluslararası hukuk Gazze'de enkaz altında çiğnenirken dünya dehşete kapılmış, o esnada AB, İsrail'e daha fazla silah satmak için anlaşarak soykırımı kutluyordu." ifadelerini kullandı.
Daly, ikiyüzlülüğe dikkat çekiyor; ama “AB’nin ahlaki otoritesi yok” derken yanılıyor.
Avrupa’nın, aralıklarla değişime uğrasa da bir ahlaki otoritesi vardır.
Sorun belki de ahlakın tanımındadır.
Eski bilgeler bir “evrensel ahlak” konusunda farklı görüşlere sahip olsalar da çoğunluk bunun mümkün olduğunu söylemiştir.
Ancak tarihte yaşananlar böyle bir şeyin imkansız olduğunu ortaya koymuştur.
Batı’da bir dönem “din”e, bir dönem “akıl ve bilim”e, son zamanlarda ise güç ve sermayeye tümüyle bağlı bir ahlak anlayışı hakimdir.
Din, fıtratı emreder; ama bu din, tevhidin taşıyıcısı olan Peygamberlerin sözünü ettiği “el İslam”dır.
Tevhid dininin peygamberleri olan Musa ve İsa (aleyhimüsselam) sonrası yaşanan sapmalardan dolayı yapılanlar “din”in değil “heva ve heveslerin” sonuçlarıdır.
Tevhid dini olan “el İslam” selamete, huzura, iyiliğe, yardımlaşmaya çağırır. Kaosa, karmaşaya, ayırımcılığa, zulme ve huzursuzluğa götüren yollar İslam’dan sapmadır ve “Tağut”un izinden gitmektir.
Batı’da şu anda cari olan “pragmatizm” ve “faşist ahlak”tır ve insanlar onun sonuçları ile yüzleşmektedir.
Ukrayna’da çok az sayıdaki sivil kayıplar için sesini yükselten ve “insani değerlerden” söz eden Batı’nın Suriye, Filistin ya da Sudan için neredeyse hiç tepki göstermemesinin sebebi faşist ahlakın kazandırdığı gözlüklerle dünyaya bakmak ve çıkarların zedelenmemesidir.
Apartheid rejiminin zulümlerini yıllarca yaşayan Güney Afrika’nın işgalci terör rejimi hakkında “soykırım davası” açması “batı’nın omurgasını” teşkil eden ülkeleri rahatsız etti. Çünkü aynı ülkeler yıkılıncaya kadar faşist “Apartheid” rejiminin de destekçileriydi.
Batı’nın faşist ahlakı, “Yahudi karşıtı” bir faşizme tepki gösterirken, İslam düşmanı bir faşizme engel olmayı düşünmemektedir.
Avrupa’da sadece bir ülkede bir yılda yüzden fazla camiye yönelik saldırı gerçekleşiyor ve buna karşı hiçbir önlem alınmadığı için sonraki sene bu saldırılarda artış yaşanıyorsa bu “faşist ahlakın” belirgin sonuçlarındandır.
Gazze’de 30 binden fazla sivilin vahşice katledilmesi, insanların ilaç, gıda ve sudan mahrum bırakılması, işgale karşı direniş hakkının “terörizm” parantezine alınarak yok sayılması, bu “faşist ahlakın” sonuçlarıdır.
Kafamız karıştıysa gerçek bir bilgeyi, Aliya İzzetbegoviç’i ve ahlak ile ilgili sözlerini okuyalım:
“Din olmadan ahlak olamaz. Çünkü ahlak, dinin öbür halidir. Din, “nasıl inanmalı” sorusuna, ahlak ise “neye meyletmeli, nasıl hareket etmeli” sorularına cevap arar. Ahlaklı bir ateist olabilir ama ateizmin ahlakı olamaz. Zira bilim, ahlak üretemez. Çünkü güçlünün ayakta kaldığı mantaliteye sahip evrime dayanır. Oysa ahlak, güçsüzleri koruma erdemiyle mukimdir.”