Çok acı bir olay. İşin ehli kim varsa uçağın kaza ile düşmesine ihtimal vermiyorlar. Türkiye ile Rusya’yı karşı karşıya getirme amacı da pek tutarlı değil. Çünkü iki örgütten değil kocaman iki devletten bahsediyoruz. Bu kadar büyük bir saldırı için öncesinde gelişen ciddi bir gerilim de yok.
Geriye tek bir soru kalıyor: Türkiye’ye kim hangi mesajı mı vermek istedi? Azerbaycan deyince akla ilk gelen taraf, herhalde Rusya ve ABD’den önce siyonist işgal rejimi olacağına göre failin aranacağı yer çok da muğlak değildir.
Kaldı ki işgal rejiminin bunu bir çok ülkede, bir çok defa yaptığı da ortada. İşgal rejimi, HAMAS ile varılan ateşkeste Türkiye’nin garantör ülke olmasına hiç iyi bakmamakla beraber bir şekilde mecbur kalmıştı.
Ama son günlerde işgal rejiminde en çok konuşulan konu, Gazze’de oluşturulacak 2 bin kişilik uluslararası askeri gücün içinde Türkiye’den yüzlerce askerin de bulunma ihtimali. Terör rejiminin sözcüsü, Şoş Bedrosyan’ın, “NATO’nun güçlü aktörü olan Türkiye’nin, Gazze’de bulunmasını asla kabul etmiyoruz. Alanda kesinlikle Türk askeri yer almayacak” şeklindeki açıklamasına rağmen, Türkiye’nin bu konuda adımlarını hızlandırdığı, ABD’nin ise henüz bir karar vermediği biliniyor.
Hatırlanacağı üzere, işgal rejiminin Eylül ayının başlarında Şam Uluslararası Havalimanı yanına Türkiye’nin kurmayı planladığı askeri üssü hedef aldığı saldırı, uzun süre yazılıp konuşulmuş olayı reddeden herhangi bir resmi yalanlama da yapılmamıştı.
İyi de Türkiye ile mesela Hollanda’nın orada asker bulundurmasının ne farkı var? Kaldı ki, Türkiye, Afganistan’da da uzun süre NATO’nun gücü bünyesinde asker bulundurdu. Amerika veya batılı ülkeler açısından bu bir sorun oldu mu?
Denilebilir ki, her ne kadar, ana muhalefet ve onlara yakın olan gölge devlet unsurları öyle düşünmese de Türkiye, en üst perdeden HAMAS’ı bir terör örgütü olarak görmediğini sıklıkla ve çok net biçimde ifade ediyor. HAMAS’ın, Türkiye’deki siyasi varlığına ses çıkarmıyor.
Yine burada, işgal rejimini eleştirmek, suç olarak görülmüyor. Siyonist rejimden halkın nefreti çok ciddi boyutlarda. Bütün bunlar da, bu soykırımcılarda bir tedirginliğe yol açıyor. O yüzden orada Türkiye’den bir tane bile askerin bulunmasını hem endişe verici, hem de gurur kırıcı bir davranış olarak görüyorlar.
Peki rahatsızlıklarının sebebi, Kuds-ü Şerif’in, Türkiye’nin yakın tarih öyküsündeki yeri ve dolayısıyla böyle bir ülkenin orada asker bulundurmasının meydana getireceği rüzgar olamaz mı? Evet bunu da, psikolojik bakımdan Türkiye’nin kârlı çıkacağı bir etken biçiminde değerlendirmeleri mümkün.
Belki zayıf da olsa üçüncü bir neden de, orada yerleşecek bir askeri gücün, işgal rejiminin dolaylı da olsa kontrolüne girmeyeceğini söylemek aşırı saflık sayılacağı için, milyonda bir bile olsa Türkiye gibi israille savaşma ihtimali olan bir ülkenin böylesi bir denklemde yer almasının verdiği kaygı.
Türkiye, gerek kendi sahasında gerekse insiyatif aldığı bölgelerde, işgal rejimi tarafından zaten sürekli “soft”, ara ara da “hard” bir güçle hakarete ve saldırıya uğruyor. Türkiye, soft olanları kullanırken, hard olanları da bazen sert kınayarak, bazen de görmezden gelerek geçiştiriyor.
Kemalizmle ilgili en açık destek mesajları işgal rejiminden gelirken bunu sorgulamaya değer bulmayan bir iradenin, onlardan gelecek sabotajların gerçek manada peşine düşmelerini beklemek, aynı buradan gidip de soykırımcı ordunun saflarında savaşanların Türkiye vatandaşlığından atılmasını beklemek gibi beyhudedir.
O yüzden bu son uçak saldırısı da maalesef ya kaza, arıza ya da işgal rejimiyle hiçbir alakası yok denilerek farklı yorumlanacaktır.
Allah cc, lanetlilere hüsnü zan beslemekten muhafaza eylesin. Onlardan şüphe duymamaktan muhafaza eylesin. Onlarla iyi geçinme hayalinden de şerlerinden muhafaza eylesin.
