Demokrasi, bir yönetim biçimi/usulü olarak çeşitli dönemlerde ve çeşitli coğrafyalarda, birbirinden çok farklı serüvenler yaşadı. Demokrasinin en ilginç serüveni ise Türkiye’de olanıdır.
Batılılaşma ile ülkede idari, sosyal, askeri, iktisadi alanda birçok değişimleri içinde barındıran Tanzimat, ıslahat, meşrutiyet, cumhuriyet vb. gibi hareketlerin çok üzücü ve despotik sonuçları vardır. Batıdan farklı olarak, Türkiye’de 90 yıllık geçmişiyle “demokrasi” uygulamalarının sonuçları ise çok daha vahimdir.
Bu papuç-demokrasi halka çok pahalıya mal olmuştur.
20 Ocak 1921’de kabul edilen Teşkilat-ı Esasiye Kanununa 10 Nisan 1928’de “laiklik” ilkesiyle bağdaşmadığı için “devletin dini İslam’dır” cümlesi anayasadan çıkarılarak yeniden düzenlendi. Böylece ilk “anayasal darbe” inanca vuruldu.
1950’de ilk defa yapılan çok partili “demokratik” serbest seçimlerde(!) halkın çoğunluğunun desteğiyle iktidara gelen Demokrat Parti başkanı ve başbakan Adnan Menderes 27 Mayıs 1960 yılında "Türkiye'yi baskı rejimine ve kardeş kavgasına götürdüğü" gerekçesiyle, darbeci Milli Birlik Komitesi bir grup subayın yönetime el koymasıyla iktidardan edildi ve idam edildi.
Demokrat Parti kanlı bir darbeyle demokrasiye(!) kurban edildi.
Demokrasinin koruyucu muhafızları/askerler(!) 1971, 1980 ve 1997 yıllarında bu türden üç askeri darbe daha gerçekleştirdiler.
Darbeci askerler amaçlarının;
“Demokrasiyi yıkmak değil, yeniden tesis etmektir” diyorlardı.
1961 anayasasıyla pek çok yeni kurum, özellikle de senato ve anayasa mahkemesi ortaya çıktı. Siyasetçilere balans ayarı çekmek için, yeni anayasa aynı zamanda askerlerin sesinin güçlü çıktığı bir Milli Güvenlik Konseyi‘ni (MGK) 1971‘deki anayasa değişikliğiyle hayata geçirdi.
“Siviller ülkeyi idare edemiyorlar, biz daha iyi yönetiriz” diyen darbeci “kurşun” askerler;
12 Mart 1971 tarihinde mevcut hükümete Muhtıra (12 Mart Muhtırası) vererek istifasını sağladılar.
“Demokrasi politikacılara bırakılamayacak kadar önemlidir” diyen darbeci generaller,
12 Eylül 1980‘de Türk ordusundan mütevellit “Askeri konsey” yönetime bir kez daha el koydular.
Aralık 1995 yılındaki seçimler sonucunda oyların %20 isini alarak meclisteki sandalye sayısını artıran “demokrasi ve laiklik” için tehlikeli görerek, 28 Şubat 1997 yılındaki Refah Partisinin Ortak olduğu REFAH-YOL hükümetini devirerek “demokrasiyi” bir kez daha düşmanlarından kurtardılar!
Ülkeyi 27 yıl halka rağmen, seçimsiz tek başına yöneten CHP ve başkanı ebedi şef hiç şüphesiz “demokrasiyi” korumak için çabalıyordu!
15 Temmuz 2016 yılında kanlı bir darbe gerçekleştiren FETÖ başarılı olsaydı hiç şüphesiz “ileri demokrasiye” geçecektik!
40 yıldır Türkiye’ye ve Kürt halkına(militan/elemanlarını devşirdiği) ölümden başka bir seçenek sunmayan PKK’nın da “demokratik Türkiye” için mücadele ettiği malumunuzdur!
ABD’nin Japonya, Vietnam, Afganistan, Irak, Libya, Rusya’nın Ukrayna, Çeçenistan, Suriye işgal ve katliamları malum “demokrasi” için yapıldı!
Halka, seçimlere, sandıklara ve siyasetçilere rağmen “demokrasi” eli silahlı militanları, muhafız(ı) askerler ve ulusalcı, laik demokratlar tarafından kimseye bırakılmayacak kadar önemlidir.
Darbeli “demokrasi” varlığını ve bekasını darbeci askerlere borçludur.
Darbeli “demokrasi” bir dikta rejimidir.