Kerbela'da ne oldu, Kerbela niye oldu?

Allah yolunda öldürülenlere sakın “ölüler” demeyin. Çünkü onlar diridir, fakat siz farkında değilsiniz. (Bakara suresi 154.ayet.)

“Şehitlerimiz, bereketli bir hayatın tohumları, goncaları ve kabiliyetleriydiler”

Kerbelada ne oldu değil, kerbela niye oldu?

Tarih sahnesinde unutulmayan acı olayların en acısı Kerbela…

Kanı dökülen Peygamber torunu, Hz. Fatıma’nın canı, Hz. Ali’nin varisinin kanı. İzzet ve zillet arenasında İslam ümmeti için serden geçen bir yiğidin kanı…

Cennet gençlerinin iki seyyidinden biri, Resulullah’ın kokladığı iki reyhanından biri… Namazdayken bile rahatsız olmasın diye mübarek başında tutuğu nazenin torunu. Onları seven beni sevmiş, onlara kin tutan bana kin tutmuş dediği iki gülden biri… Şehid Hüseyin…

Kerbelanın acısı yüreklerde kanayan bir yaradır. Ne zaman şehid ve şehadetten bahsedilse Kerbela ve şehid Huseyn gelir akıllara.

Hz. Peygamber’den (sav)  sonra 4 halife geçmişti. Muaviye zamanında hilafet merkezi Şam’a taşınmış ve ölümünden sonra da oğlu Yezidi veliaht ilan etmişti. Bu İslam Devlet geleneğinde olmayan bir durumdu. Çünkü ilk üç halife Resulullah ile aynı aileden bile değillerdi. Sadece Hz. Ali ile aynı ailedendi.

Tabii Yezid’in hilafet makamına layık olup-olmadığı hususu uzun süre tartışıldı. Ancak mesele bu değildi! Mesele İslami yönetimin içine sokulan saltanat fitnesiydi. Bundan böyle devlet kurumu babadan oğula geçen bir miras olacaktı. Üstüne üstlük Yezidin kadın oynatması, şarap içmesi, hayvanlarla eğlenmesi gibi nedenler de göz önüne alındığında, bu fenalıkları ortadan kaldırmaya Hz. Hüseyin herkesten önce gelirdi.

Zaten Yezid halife olur-olmaz ilk işi, Hüseyin b. Ali, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyr gibi ileri gelen sahabelerin çocuklarının biatini almak için onları markaja almak oldu. Durumun nazikliği karşısında Hz. Hüseyin, Dedesinin tersi istikamette, yani Medine’den Mekke’ye hicret etmek zorunda kalmıştı.

Mekke’de bulunduğu esnada Kufe halkı ona tomar tomar mektup gönderip, Peygamber’in torununu kendi beldelerine imam olması için davet ediyorlardı. Peygamberi bir terbiye ile büyüyen Hz. Hüseyin, Dedesinin; “Bir kötülük gördüğünüzde onu elinizle düzeltin. Buna güç yetiremezseniz dilinizle düzeltin. Bunu da yapamıyorsanız kalbinizle buğz edin.” hadisi ile karşıya kalmıştı. O, birinci şıkka başvuracaktı. Çünkü dedesinin söylediğini tutmaya herkesten daha layıktı.

Hz. Hüseyin durumu araştırması için amcaoğlu Müslim b. Akil’i Kufe ’ye bir mektupla gönderdi. Müslim’e, Kufe ’deki durumu bana haber et demişti. Müslim Kufe ’de, Hz. Hüseyin adına biat almaya başladı. Tam 18 bin kişi ona biat etti. Bunun üzerine Hz. Hüseyin’e durumun kendi lehlerine olduğunu, Mekke’den ayrılıp gelebileceğini söyledi.

Her ne kadar çevresi kendisine gitme, diye uyardıysa da Hz. Hüseyin’in kalmaya niyeti yoktu. Uyaranların çoğu O’nun ölüme gittiğini söylüyordu. Kufe halkının kendisini yalnız bırakacağından korkuyorlardı. Tarih bu şahısları haklı çıkarmıştı.

Çünkü Müslim b. Akil’in evinde bulunduğu şahıs olan Hani bin Urve, yakalanmış ve Müslim ayaklanmayı başlatmak zorunda kalmıştı. İnsanlar tekbir getirerek Müslim’in etrafını doldurdular. Vali köşkü sarıldı. Çatışma çıktı. Ancak Ziyad, Kufe ileri gelenlerini çağırıp halkı dağıtmalarını istedi. Aksi halde Şam’dan gelen ordunun kimseye acımayacağını bildirdi.

Nihayet Hz. Huseyn Kufeye gelmişti. Kişiliğini ve inançlarını dünyalıklara tercih eden nasipsizler Peygamber torununun karşısında yer almıştı.

Ömer b. Sa’d ilk oku attı ve şöyle bağırdı. “Şahid olun ki ilk oku atan kişi benim.” Orantısız bir savaş vardı orta yerde. 5 bin kişilik bir orduya karşı 70 kişi. Belki sonradan katılanlarla 100 kişi olabilmişlerdi. Yavaş yavaş Hz. Hüseyin’in yarenleri şehit olmaya başladılar. Onlar da direnip karşıdan adam yıkıyorlardı ama dedik ya orantısız bir harpti bu.

Ehl-i Beyt kılıçtan geçiriliyordu. AliyülEkber b. Hüseyin, Abdullah b. Hüseyin, Abbas b. Ali, Kasım b. Hasan, Ali b. Müslim b. Akil, Hüseyin b. Abdullah b. Cafer ve diğerleri. Hz. Hüseyin ve kadınların gözleri önünde tarihin en acı katliamı yaşanıyordu. Çünkü son Peygamberin ailesi kıyımdan geçiriliyordu.

Hz. Hüseyin onlara, Mekke’ye geri dönme, Yezid ile görüşme veya serhadlere gönderilip cihada katılma alternatiflerin hepsini sunmuştu ama Onu uysal bir esir gibi Kufe’ye götürmek istiyorlardı. Hz. Hüseyin de bunu kabul etmiyordu. Heyhat minezzilleh feryadınca…

Hz. Hüseyin, bir ara küçük yavrusu Abdullah dizinde olduğu halde oturuyordu. Abdullah daha üç yaşındaydı.  Esed oğullarından bir adam, bir ok atarak Abdullah’ı boğazından vurdu. Hz. Hüseyin’in avuçları kan ile doldu: “Ey Allah’ım! Bunlarla ve kavmimizden olanlarla aramızda sen hükmünü ver. Yardım etmek için bizi çağırdılar. Sonra da tutup bizi öldürüyorlar” dedi. Sonra bir bez getirtti. Bezi yatırıp çocuğu ona sardı.

Hz. Hüseyin susamıştı. Susuzluğu son haddine varınca çadırlardan ayrılıp su içmek için Fırat’a doğru yöneldi. Bir nasipsiz bağırıp, “Suya gitmesine engel olunuz” dedi. Adam bir ok atıp Hz. Hüseyin’i damağından vurdu. Hz. Hüseyin oku çekince avuçları kan doldu. “Ey Allah’ım! Peygamberinin kızının oğluna yapılanlardan dolayı şikâyetimi sana arz ediyorum” diyebildi sadece.

Hz. Hüseyin’in yanına bir küçük çocuk kaçıp gelmek istiyordu. Hz. Zeynep kendisine engel oluyordu. Sonra çocuk kurtulup koştu. Bahr adındaki adam çocuğa kılıç çaldı. Çocuk eliyle korunmak istedi. Eli derisinde sallanmaya başladı. Çocuk; “Halacığım” diye feryat etti. Hz. Zeynep feryat ediyordu: “Ne olaydı da gök yere yıkılıp bir olaydı” diyordu.

Aman Allah’ım nasıl bir sahne böyle…  

Artık sona yaklaşılıyordu. Tarih 10 Muharremdi. Hüseyin yorgun ve hareketsiz kalmıştı. Şimr bin Zilcevşen insanları ona saldırtmak için sağa sola bağırıyordu. “Öldürün onu” diye seslendi. Bunun üzerine Hz. Hüseyin’in üzerine çullandılar. Zür’a adındaki adam Hz. Hüseyin’in sol eline bir kılıç darbesi indirdi. Bir darbe de omzuna vurdu. Hz. Hüseyin yüzünün üzerine düşüp düşüp kalkıyordu. Susuzluğu da had safhaya gelmişti. İster istemez ayakları Fırat nehrine doğru gidiyordu. Bu sırada Sinan b. Enes arkasından gelerek mızrağını köprücük kemiğinden saplayıp göğsünden çıkarınca Hz. Hüseyin yüzünün üzerine yere düştü.

Bir müddet Hz. Hüseyin’in cesedine yaklaşıp başını kesmeye kimse cesaret edemedi. Sinan b. Enes gelip Hz. Hüseyin’in başını gövdesinden ayırdı. Evet, Allah’ın Resulünün torunu 33 mızrak ve 34 kılıç darbesiyle şehit edilmişti. Başı gövdesinden ayrılmış, alacakları para için Ziyad ve Yezid’in huzuruna götürülecekti. Bahr bin Ka’b, Hz. Hüseyin’in elbisesini alıp götürdü. Vücudu çıplak orta yerde kaldı. Esved adındaki bir adam ayakkabılarını aldı. Her biri bir eşyasını ganimet diye alıyordu.

İbni Ziyad’ın emri üzerine Ömer b. Sa’d, başsız kalan Hz. Hüseyin’in cesedini atlara çiğnetti. Kerbala toprağına karıştı vücut azaları. Sonradan Hz. Hüseyin’in şehit edildiği yeri öğrenmek için Araplar toprağı kokluyorlardı. Esir alınan kadınlar ile hasta olduğu için kurtulan Zeynel Abidin birlikte Şam’a gönderildiler. Bu arada Ehli Beyt’in kesik başları da Yezid’e gönderildi. Esirler cesetlerin önünden geçerken feryat figan ediyorlardı.

Ve Kerbela yaşanacaktı. Çağıranlar çağırmış gidenler gitmişti. Safını değiştirenler alınlarına kara bir leke ile yaşarken, dinin ayaklar altına alınmaması için gayret edenler kıyamete kadar şerefle anılacaktı.  Artık iş işten geçmişti. Safını belli edenler akıbetine razı gelecekti. Kimisi din uğruna şehadeti seçip izzet pınarında içti. Kimisi de dünya ve dünyalıkları seçip zillet çukuruna gömüldü.

Kerbelada dökülen Hz. Hüseyin’in kanı, izzet pınarı gibi dünya ve dünyalıklara la diyen, zalim, despot, tağut ve nefsini ilah edinenlere la diyen bir şuura can suyudur.   

Şimdi Kerbeladan yükselen feryadın yankısı asırlar boyu mümin kulaklarda çınlamakta.

Ne zalimlikler gördü bu dünya. Efendimiz aleyhisselam buyuruyor; ‘İnsanlarda Allah korkusu olmasa yaptıklarına inanamazsınız’ evet Kerbelada yapılanlara da inanası gelmiyor insanın. Ama gerçekler inanca muhtaç değil. İnanç gerçeğe muhtaçtı.  Ve ortada bir gerçek vardı, Resulullah’ın reyhanım diye kokladığı iki reyhanından biri Kerbelada kana bulanmıştı. Hem de Onu tanıyan ve ona inanan biri tarafından. Etrafında Resulullah’ı görmüş, inanmış sevmiş ve dizi dibinde oturmuşların olduğu sahabelerinde içinde olduğu bir grup tarafından.

Sahi neydi Peygamber torunun kanını dökmeye sebep? Resulullah’ın uyarısı ne çabuk unutulmuştu, hani demişti ya ‘Benim arkamdan bir şirke düşmenizden korkmuyorum. Ama dünya hırsından dolayı birbirinizle didişip çekişmenizden korkuyorum.” Evet, dünya hırsı ve mal sevgisi Yezidin sunduğu yalancı cennet akılları çelmişti de İslam için mücadele veren, Müslümanların maslahatı ve dinin ayaklar altına alınmaması için izzeti kuşanan Hz. Hüseyin’e kıymıştılar.  Sırf dünya ve dünyalıklar için. Ona karşı kılıç çekenlerde de iman vardı, hatta yürekleri ve kalpleri Hz. Hüseyin’den yanaydı ama kılıçları zalim Yezitle beraberdi. Satmışlardı kılıçlarını dünya ve dünyalıklara. Bir zamanlar cihad meydanlarında ilahi kelimetullah için şakırdayan kılıçları, şimdi Yezidin sefası için bir damla menfaat uğruna Peygamber torununa kaldırılmıştı.

Tarih derstir, ibrettir, uyarıdır. Anlayana…

Acaba izler ne haldeyiz, kılıçlarımız ve gönüllerimiz ayrı ayrı mı yoksa hak yolunda bir mi?

Peki, Hz. Hüseyin Onları uyarmadı mı? Bakın ne dedi seyyidüşşüheda Hüseyin;

“Şimdi, benim nesebimi araştırınız, bakınız ki ben kimim? Sonra vicdanınıza dönünüz de, onun kırgınlığını giderip kendinizden hoşnut etmeyi düşününüz. Hele bir düşününüz ki; beni öldürmek, haram ve mahfuz olan kanımı dökmek size helal olur mu? Ben Peygamber Aleyhisselamın kızının oğlu değil miyim? Şehitler seyyidi Hamza benim babamın amcası değil midir? Resulullah’ın benim ve kardeşim hakkında “Bunlar cennet gençlerinin iki seyyididir” hadisi size ulaşmadı mı? Benim hakkımdaki bu hadis de mi kanımı dökmekten sizi alıkoymayacak?”

Evet, bütün bu sözler kalplerini dünya sevgisi kaplamış olanlara hiç tesir etmemişti ve olacak olan olacaktı. Tarih sahnesine kanla yazılan bu olay kimine ibret kimine ders olacaktı.

Her gün aşura her yer Kerbela… Ah Kerbela vah Kerbela…

Kerbela her nesle anlatılması gereken ibretlik bir olaydır. Kerbela ders ve ibret vesikasıdır. Kerbela, zillete boyun eğmemektir, Kerbela, Ahireti dünyaya tercih etmektir. Kerbela serden geçenlerin şehadet mektebidir.

Her gün aşura her yer Kerbela…

“Eğer sevilecekse bir sey, eğer bir şey için can verilecekse,

 Ve bir ömür boyu peşinden koşulacaksa bir şey için, söyleyin,

Var mı Şehadetten daha layık olanı?

Ey Şehadet, sen olmasaydın gözü kara yiğitler olur muydu?

Ana evladını uğurlar mıydı bir gözyaşı dahi dökmeden?

Ve övünür müydü minnacık çocuklar babam, benim babam bir Şehit diye?”

Hüseyin’in damarlarında sen gezerdin oluk oluk ey Şehadet. Hamza’nın kılıcında sen parıldıyordun.

Musap senin için vazgeçti, her şeyden ey şehadet. Ve daha niceleri…

                        “ YAKTIK GEMİLERİ SENİN İÇİN EY ŞEHADET

                          GERİ DÖNMEYİ UNUTTUK

                          ÖNÜMÜZDE SEN GERİDE ZİLLET

                          NE OLUR BİRAZ ÇABUK ET”

Son Sözümüz mü?!

Söyleyin analara, Allah yolunda şehit olacak Huseynler yetiştirsinler…

Ömer Aşkın

foto
Yazar: Ömer Aşkın
YORUM YAPIN(üye olmadan da yorum yapabilirsiniz)
Yorumla
İptal