Bismillahirrahmanirrahim...
Toplumumuzda son dönem şikâyetçi olduğumuz konuların başında şüphesiz ki ahlaki bozukluk ve kültürel yozlaşma gelmektedir. Bunların başında çocuklarımızın değerlerimizi taşıyamaması, kültürel yozlaşı sonucu beraberinde meydana gelen olumsuzluklar gelir. Bununla beraber karma eğitim, ahlaktan yoksun reklam, dizi ve filmler, çarpık ilişkiler, genç neslin özgüveni kötüye kullanması, suçların çoğalması ve yine buna bağlı olarak yeni mağduriyetlerin meydana gelmesi ve daha birçok konuda vuku bulan olayların ne yazık ki ayyuka çıkması bizi derinden üzmektedir. Meydana gelen durumun sebep sonuç ilişkileri göz önünde bulundurulduğunda ve bir özeleştiri yapacak olursak aile, eğitimciler ve tüm sorumlular olarak üzerimize düşen görevlerimizi yerine getirmediğimizi göreceğiz. Çocuk terbiyesi konusunu anne babaya, baba ise anneye bıraktığında, öğretmen de aileden beklediğinde, toplumdaki karşılığı da banane zihniyeti olduğunda, toplum bilimcilerinden sosyolog, psikolog ve pedagogların da sadece teşhis koyup etkili çözüm üretmediğinde veya bireyler üzerinde etkili olamadıklarında, konuyla alakadar ne yazık ki bir iyileşme görünmüyor. Bilgi çağında olduğumuz bu çağda, küreselleşen dünyada harama ve kötülüğe ulaşmak çok daha kolay. Hâl böyle iken kötülükle mücadele etmek çok daha büyük gayret ve mesai istiyor. Bir taraftan toplumun ıslahı için çalışanlar, diğer taraftan toplumun ifsadı için çalışanlar ve bu konuda hiçbir şey yapmayanlar… Konuyla alakadar muhataplarımızı üç gruba ayıracak olursak; Birinci grup; İç ve dış menşeli şer güçlerin planlarına hizmet eden, şehvet canavarları topluluğu olup “nefsini ilah edinmişlerin…” grubudur.(bkzFurkan43) Bu grubun insanları, bedensel isteklerini, maddî menfaatlerini, makam ve mevki tutkularını akıldan ırak tutarlar. Sağlam akide ve akaitten soyutlanırlar. Tefekkür onların iç dünyasında yer edinmez. Hayâ ve utanma duygusu onlar için bir ezadır. Onlar için yegâne örnek hep başkalarıdır. Mahremiyet kavramı onlar için geçersizdir.. İslam öncesi cahiliye toplumunun hemen hemen tüm özelliklerini kendilerinde barındırırlar. Kadınları bir köle olarak görmekte, cinsel bir obje olarak benimsenmekte, maddi kazançları için reklamlarda oynatılmakta, iş hayatına zorlanıp kadınlık duygularını kökertmektedirler. Nefislerine esir olmuş, şehvetlerine hizmet etmekte, aklı sefih bir yaşam sürdürmekte ve herkesin kendileri gibi yaşaması gerektiğini savunmaktadırlar. Onlarda gönül, kural ve sınır tanımazlar. Yaşadıkları toplumdan kendilerini bağımsız ve farklı gördüklerinden dolayı ve kültürel yozlaşının da olumsuz etkisiyle beraber, toplumun tepkisi onlar için hiç de önemli değildir. Kendi kararları doğrudur ve nefsin tatmini hususunda her yol meşrudur, ayıp değildir ve kınanmaz anlayışı güderler.
İkinci grubun insanları;
Bu grubun insanları pek de hassas değildirler. Toplumun iyi ya da kötü gidişatı onlar için öncelikli bir endişe değildir. Liderlerin ya da fikirlerin akımına kapılıp menfaatlerini öncelemekle beraber şu veya bu şekilde bir akıma kanalize olurlar. Gerek ahlaki konuda gerekse de farklı bir konuda etkin olmazlar. Dolaylı olarak iyiliğe de kötülüğe de yardım ederler. Dizi ve filmler onlar için çekilir. Hazır seyircidirler. Moda dünyası onlara hitap eder, giyicidirler. Gıda sektörün de birinci dereceden muhatabı onlardır, tüketicidirler. Herhangi bir konuda uyarı aldıklarında, kendilerinden daha kötü durumda olanları örnek gösterip kendilerini tatmin ederler. Bu grubun insanları trafikte hep emniyet şeridinde ikinci vitesle ilerlerler. Fikir sahiplerinin ve diğer grupların tüm hesapları ve denemeleri bu grup üzerine yapılır. Yani bir türlü toplumsal denek diyebiliriz. Etkileyen değil hep etkilenen olurlar. Çoğunluk ve güçten yana olurlar. Onlar için hayat hep bir gökkuşağı gibi rengârenktir, mutluluğun peşinden koşarlar ama bir türlü ulaşamazlar. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” sözü tam da bu grup içindir. Davaları ve kavgaları yoktur, tek davaları ekmek davası, tek kavgası ekmek kavgasıdır. Ömürleri hep tribünde ya da bir etkinlikte herhangi bir platformu alkışlamakla geçer. Kısaca bir kalabalıktan ibarettirler. Ne aç ne tok, koca bir yığın…
Üçüncü grubun insanları; Toplumun ıslahı için çalışan, hayâ ve edep duygularını harekete geçiren, bütünüyle İslam davetçilerinin olduğu gruptur. Bu grubun insanları, İslami bir hayat için olmazsa olmaz olan hayâ duygusunu toplumda yerleştirmek için azami gayret sarf ederler. Efendimiz (as)’ın “ Hayâ imandan bir şubedir” hadisini kendilerine şiar edinmişlerdir. Terbiye sürecinin henüz anne karnındayken başlanması gerektiğini savunan bu grup, insan hayatının her döneminde hayâ ve edep konusunda hassas olması gerektiğini savunurlar. Kendilerini, ailelerini ve toplumu yakıtı insanlar ve taşlar olan cehennem azabından uzak durmaları için azami gayret sarf ederler. İmanı ayakta tutan hayâ ve edep konusunda etkinlikler, sohbetler ve konferanslar düzenleyip halkı bilinçlendirip şehvet canavarlarına karşı kalkan olurlar.
Utanma duygusu, edep ve güzel ahlak kavramlarının bütünü olan haya bu insanların en güzel ahlakıdır. Bu grup için Allah’u Teâlâ’nın emri olan “Zinaya yaklaşmayın! O; hayâsızlık, çirkin, aşağı bir iş, kötü bir yoldur.” [İsra 32] ayeti bu konuda mihenk taşıdır.
Evet değerli kardeşler! Birazda toplumumuz durumuna kısaca değinelim;
Bilindiği gibi Efendimiz (as)’ın “Hayâ imandandır” hadisi hayâyı iman ile birlikte zikretmesi hayânın önemini apaçık ortaya koymaktadır. Gelmiş geçmiş bütün kavimlerin günahları günümüz toplumunda işlenmekte, Fuhuş, içki, kumar, ahlaksızlık ve her türlü fahiş haller sıradan bir hâl almaktadır.
Bireylerin, iş, okul veya herhangi bir sebepten dolayı karşılıklı olarak farklı yerlerde yaşama zorunluluğu onların içerisinde bulunduğu toplumların kültürlerinden etkilenmesine sebebiyet vermiştir. Bunun neticesinde olumlu olumsuz etkileşimler olmuştur. Oluşan olumsuz etkileşim sonucu kültürel yozlaşı ile beraber insanlar Allah’tan uzak yaşayan toplumların ahlakı ile ahlaklanmış onların değerleri doğrultusunda hayatlarına yön vermişlerdir. İmani sorumluluk bilinci ile hareket etmeyenler bu durumdan en çok etkilenenler olmuştur. Hâl böyle iken ahlakdışı yaşam tarzı kaçınılmaz olmuştur. Bunu yanında gelişen teknolojiyle beraber insanlar günaha daha rahat ulaşmakta ve bulaşmaktadır. Gizli kapılar arkasında meydana gelen melanetler ve gizli görüşmeler ile namus ve edep duyguları ayaklar altına alınıp bir güvensizlik toplumu oluşturulmaktadır. Gençler özgürlük adı altında her türlü cürmü işlemekte daha bir cesur olmaktadır. Hâl böyle iken ebeveynlerde konuyla alakadar ne yazık ki bir gayret görünememekle beraber, evde aile bireyleri toplu olarak TV’lerde uygunsuz seyirler yapmakta ve bu normal karşılanmaktadır. İzlenen reklam, dizi ve filmlerdeki çirkinliğe ses çıkarmayıp tepki göstermeyen ebeveynler, çocuklarını ne yazık ki bu konuda bilerek ya da bilmeyerek cesaretlendirmekte ve bunu normal karşılamaktadırlar. Böylelikle çocuklarının da bu çirkinliklerini normal görmelerini sağlamaktadırlar. Resulullah (sav) bir hadisinde “Çocuğun babası üzerinde hakkı üçtür. Bunlar; doğduktan sonra güzel bir isim takması, İslami bir terbiye ile büyütmesi ve evlilik çağında onu evlendirmesidir.” Ancak ne yazık ki henüz birinci sınavda yani isim konusundan başlayarak çocuk kaybedilmektedir. Çocukların isimleri ya ailenin izlediği bir film ya da bir dizinin başrolünde oynayan oyuncunun ismi oluyor, ya da babanın tuttuğu takımın bir oyuncusu oluyor. Annenin doğurduğu çocuğu, televizyon, internet, sokak çocukları, bozuk fikirli kitaplar ve İslam düşmanı ideoloji ve izimler emzirip büyütüyor. Baba ise çocuğun ismi haricinde terbiyesi ve hayatıyla alakadar hiçbir bilgi sahibi değildir. Hal böyle iken çocuklar hayâsızca büyüyor, ahlak ve edepten nasibini almıyor. Karma eğitim sistemi bağlamında okul ve sınıf arkadaşlıkları çocukları erken yaşta ergin kılmakta ve duygusal sapmalara sebebiyet vermektedir. Bu durum onların eğitim kalitesini de olumsuz etkilemektedir. Öğrenci derslerindeki başarısından çok, karşı cinsi etkileme başarısını gösterme eğilimi içerisine girecek bu da toplumda eğitim ve başarı kalitesinin düşüşe geçmesine sebep olacaktır. Ve yine akraba ilişkilerindeki samimiyetler, kuzenler arasındaki ölçüsüz davranışlar ve yakınlaşmalar gençleri ahlaki açıdan zehirlemekte ve şeytanın tuzağına itmektedir. Anne babalar olarak evlatlarımıza sahip çıkmalı, onların terbiyesiyle yakından ilgilenmeli, ilmi açıdan onları bilinçlendirmeli ve görevlerimizi yerine getirmeliyiz. Çocuklarımızı yakından takip etmeli ve toplumun her kesimi olarak bu konuyla alakadar ivedilikle insiyatif almalıyız. Zira bu konu ertelenemez ve birilerine yüklenilmeyecek kadar hassas ve ağır bir konudur.
Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) buyurdular ki: “Her bir dinin kendine has bir ahlakı vardır, İslam’ın ahlakı hayadır.
Şimdi Soruyorum biz hangi grubun insanlarıyız?
Ömer AŞKIN / Bingöl Basın