Batılı yönetimler, son yüzyıla kadar tarih boyunca işkence ile anılmışlardır. Batı’daki müzeleri, şatoları gezenler en çok işkence aletleri ile karşılaşırlar.
İşkence, Batı’yı gezen turistlere geçmişin istenmeyen kötü bir hatırası olarak gösterilir. Titizlikle planlanmış bu “gösterim” üzerinden bugünkü Batı’nın insancıllığı ile ilgili yeni bir algı oluşturulur. Batı, bununla “Biz, bir zamanlar öyle idik, kabul ama bugün bambaşka bir yerdeyiz” mesajı verir.
Kabul etmek gerekir ki modern Batı’nın doğusunda, yani eski Doğu Bloku’nda işkence sınırsız uygulandı. Buna karşı modern Batı’nın batısında yani, Batı blokunda pek çok ülkede işkence epey sınırlandı.
Yine de Sovyetler yıkılıncaya kadar Sol örgütlere yönelik sistematik işkencenin varlığı, bütün Batı’nın gerçeğidir. Dolayısıyla işkencesiz Batı’nın üzerinden henüz yarım yüzyıl bile geçmedi. Ancak özellikle Batı Avrupa’nın bu son süreçte sistematik işkenceye karşı verdiği mücadele takdire şayandır.
Denebilir ki Avrupa Birliği (AB)’nin son otuz beş yılda insanlığın yaşam kalitesine yaptığı en önemli katkılardan biri işkenceye karşı tavrı ve bu konudaki kararlılığıdır.
Avrupa, işkence karşıtı kararlığıyla, insanlığın nazarında neredeyse kutsal bir kıtaya dönüştü. AB, yeryüzünde inanç ve fikri ne olursa olsun, sıkıntılar yaşayan herkesin takdirini kazandı ve umudu oldu. Öyle ki AB’nin işkence karşıtı kararlılığı özellikle genç kuşaklarda eski “vahşi Batı” imajını silip süpürdü.
AB, hâlâ hem üye ülkeler hem diğer ülkeler konusunda işkenceye karşı sıfır tolerans gösteriyor. İşkence şüphesi ya da adil yargılanma sorunu olan ülkelerden gelen mültecileri özellikle kabul ediyor. Peki ya israil? Avrupa Birliği, bu hususta ne diyor?
KÖTÜLÜĞÜN MERKEZ ÜSSÜ: israil
İşkence kötülüktür ve israil, kurulduğu günden bu yana işkencenin merkez üssüdür. Modern çağın bilinen işkenceleri israilde denenmiş; israil, baştan başa bir “işkence enstitüsü” olarak işlemiştir. “Filistin askısı” denen israil askısı, vücudun farklı yerlerine elektrik verme, tekerleğin içinde yuvarlama, erkeklerde hayaları sıkma… israilin dünyaya yaydığı işkence türlerinden sadece bazılarıdır.
siyonistlerin işkence uzmanlığı öldürmeksizin eziyet etmeye dayalı, doktorların gözetiminde gelişen bir özel uzmanlık türüdür. Bu uzmanlık, ölüm oranlarının düşük olmasıyla işkenceye süreklilik kazandırır; mağdurun bedenini sağ tutup iradesini öldürmeyi hedefler.
siyonist işkencesi, yine psikologların gözetiminde öğrenilip uygulanarak mağduru ruhen çökertmeye dayanır. Dolayısıyla bir kötülük enstitüsü üretimi olan bu işkenceden geçenler, irade ve ruhları ölmüş olarak ömür boyu yaşamaya mahkum olabiliyor.
israil, yakın bir döneme kadar bu işkenceyi hem uyguluyor hem buradan edindiği deneyimi, tüccar Yahudi aklıyla dünyaya pazarlıyordu. Güney Amerika’dan Japonya’ya, Güney Afrika’dan İngiltere’ye, neredeyse bütün ülkeler, israilden işkence teknikleri satın alıyorlar. israil, bundan hem siyasi kazanım elde ediyordu hem de bir iş kolu olarak bundan para kazanıyordu. Ki kötülükten para kazanmak, Yahudilerin bilinen bir maharetidir. En son Guantanamo ve Ebu Gureyb’deki işkenceleri de büyük ihtimalle siyonist uzmanlar geliştirip uyguluyordu.
Lâkin bugün bilindiği kadarıyla dünya ülkelerinin çoğu işkenceyi terk etti. israil, bu kötülük ihracatında herhâlde boşluğa düştü. Ama israil, Filistinlilere karşı bu işkence tekniklerinin tamamını kullanmaya devam ediyor. Üstelik bunu sadece sorgu sırasında yapmıyor. Esaret merkezlerinde de kadın, çocuk, yaşlı farkı gözetmeksizin işkenceyi sürdürüyor.
Megiddo, Nagab, Ofer, Cormel… siyonist işgali altındaki kadim Filistin toprakları baştan başa siyonist esarethaneleri ile kaplanmış. Medyada sadece bilinen zindan sayısı otuz… Kim bilir kaç zindandan kimsenin haberi bile yok. israil, baştan başa zindan ve siyonistler birer gardiyan…
siyonistlerin uyguladığı işkenceleri duymamızı sağlayan Anadolu Ajansı, muhtemelen sahadaki muhabirlerinin sorun yaşamaması için oldukça çekingen bir dil kullanırken pek çok Solcu ismi istihdam eden Amerika’nın Sesi Radyosu (VOA), bu hususta yaptığı bir haberi kaldırmış. Yıllar yılı, insan hakları aktivistlerinin sesi olma iddiasında bulunan BBC ise “işkence” kelimesini kullanmaktan çekiniyor, aşağılık işkenceleri ancak “eziyet” kelimesi ile yani hukuki karşılığı olmayan bir ifade ile duyurma cüretinde bulunuyor. Daha da cesaret bulduğunda “işkence benzeri” ifadesi gibi, aslında işkenceciyi cezadan kurtaran ifadeler kullanıyor.
İşin doğrusu, siyonistlerin işkence kötülükleri, haber ajanslarının araştırmalarını gerektirmeyecek kadar açıkta. Eski esirlerden Velîd el-Hüdelî, yıllar yılı romanlarında o işkenceleri bütün tafsilatıyla anlattı. Anlaşmalarla serbest bırakılan Filistinli esirlerin görünümü her şeyi anlattığı gibi, esirler de her gün işkenceyi bütün açıklığıyla anlatıyorlar. Ayrıca bizzat siyonist medya da cinsel işkence gibi bir suçu dahi görüntüyle belgeleyip yayımladı. Bu, bütün dünyanın nefretine konu olan aşağılığın da ötesinde bir durum…
Peki, buna karşı AB nerede? Cevap, kocaman bir hiç. Bilindiği kadarıyla “Orta Çağ” Avrupa’sında engizisyon işkencesi neyse bugünün dünyasında siyonist işkencesi odur hatta cinsel işkence ile siyonistler Engizisyon işkencelerini bile geride bırakıyorlar.
AB, “Orta Çağ” Avrupa’sından uzaklaştığını hatta kendisini Orta Çağ Avrupa’sı karşısında konumlandırdığını her fırsatta ifade ediyor. Oysa aynı AB, israilin ABD’den sonraki en önemli hamisi konumunda.
AB, Engizisyonun gelip geçmiş işkenceleri lanetlerken devam eden siyonist işkencesini, görmezlikten geliyor, yok sayıyor. Bu tutarsızlık, insanlık vicdanından kaçar mı? Dahası tutarsızlık, yıkıcıdır. Hiçbir güç, tutarsızlıkla baş edecek kadar büyük değildir.
Almanya gibi güçlü bir Birlik ülkesi dahi israilin önünde yerlere seriliyor. Üstelik Sosyal Demokrat-Sol bir koalisyon tarafından yönetilirken…
AB ülkeleri, israili soykırımdan alıkoymuyorlar, aksine soykırımda israile hem istihbarat hem silah desteği sağlıyorlar. israil, Filistinlileri tehcire sürüklüyor. AB, bu konuda bile ancak fısıldayarak konuşabiliyor. Ama AB, hiç olmazsa ey israil, işkence yapma, bile diyemez mi, hayır demiyor ve diyemiyor.
Bu durumda artık biz, Avrupa değerlerinden, Avrupa kriterlerinden söz edebilir miyiz? Avrupa’nın insânî çağ Avrupa’sı olduğunu hâlâ öne sürebilir miyiz?
Avrupa’nın temel değerleri; eşitlik, adalet ve özgürlük değil miydi? AB, israilin ihlalleri karşısında bu değerlerden hangisine sahip çıkıyor? AB, başkaları söz konusu iken mangalda kül bırakmazken israile ses çıkarmamakla eşitlik ilkesinin canına okumuyor mu?
Avrupa, hakikaten dehşet verici bir krizle yüz yüzedir. Sadece dehşet verici de değil aynı zamanda aşağılayıcı bir kriz… Zira Avrupa kendisi bu ihlalleri yapsaydı sadece değerlerinden uzaklaşmış olacaktı. Oysa israilin bu değerleri çiğnemesine göz yummakla artık yeni dünyada “etkisiz eleman” olmak gibi bir hâl de yaşıyor.
BATI’NIN SON TEMSİLCİSİ TRUMP
Trump, başkanlık seçimi sırasında Yahudilerin desteğini almak için Filistin Müslümanlarına zulmetme sözü vermiş görünüyor. Dolayısıyla kötülük yapmak vaadiyle seçim kazanmış bir ejderha görünümünde.
Trump, Batı adına Avrupa’nın yüzüne bile bakmıyor. Avrupa’nın israil karşısında verdiği tavizler de Trump’ın Avrupalıların yüzüne bakmasını sağlamıyor. Bununla birlikte Trump, insânî çağ Batı’sının temellerine son dinamitleri yerleştiriyor. Batı’nın son yüzyılda insanlık adına kurduğu bütün bağları Trump, bir çırpıda kesiyor. İçeride sosyal haklar, sözde insânî amaçlarla yapılan dış yardımlar, Trump tarafından bir bir sonlandırılıyor.
Aynı Trump, Filistinlileri yerlerinden edip şehirlerinin sahibi olmak istediğini açık açık dile getiriyor. Bilindiği kadarıyla değil, son yüzyılda, son yüzyıllarda bile hiçbir dünya lideri, şu şehrin halkını sürüp şehirlerine ben sahip olacağım, diye bir ilanda bulunmamış, böyle bir girişime cüret etmemiş. Bu, sadece tehcir cüreti değil, aynı zamanda bireysel çıkarlarla ilgili bir haydutluktur.
Trump, burada da durmuyor; yardımcısı eski Güney Afrika Beyazı Elon Musk ile birlikte Güney Afrika Cumhuriyeti’ne de tehditler savuruyor. Sebep, Güney Afrika Cumhuriyeti’nin israil aleyhinde dava açması…
Anlaşılacağı üzere Trump, insan haklarına ve insânî çağ Batı’sına savaş açmakla kalmıyor, insan haklarını sahiplenenlere de savaş açıyor. Buna da insan hakları namına herhalde canavarlık denir ve AB, bu canavarlığı sadece seyrediyor.
AB, Batı’nın temsilcisi olma iddiasını kaybetti, Batı’nın değerlerini imha işinin de bir parçası hâline geliyor. Rusya’nın ABD merhametine muhtaç ettiği Avrupa, ABD ve siyonizmin önünde el pençe divan bekliyor.
ÖZGÜRLÜĞÜN YENİ ÖNDERLİĞİ
Yeni bir dünya ile karşı karşıyayız ve bu yeni dünyanın kahramanları Batılı değil, Filistin’den Şeyh Ahmed Yasin, Yahya Sinvar, İsmail Heniyye gibi kahramanlardır. Özgürlük meşalesini onlar yaktı. Bundan sonra mesele, bu meşalenin kimin elinde olacağıdır.
İşkence bulaşıcıdır. israilin işkencelerinin durdurulmaması, bu işkencelerin günbegün dünyaya yayılmasına yol açacaktır. Dünya, bunu bilecek kadar tecrübeye sahip. Bundan en çok ürkmesi gerekenlerden biri herhâlde, tarihinde Engizisyonların bulunduğu Avrupa’dır. Ama Avrupa, hiç de o havada değil.
Batı çağı, bir süre daha devam etse de artık tükeniş arefesini yaşıyor. Trump ve siyonistler, bütün dünyaya yayılacak bir zulüm çağı süreci başlatıyorlar. Her zulüm, bir zalim topluluğu tarafından yapıldığı gibi, bir mazlum topluluğunun da karşı çıkışına, kahramanlığına konu olur. Acaba önümüzdeki dünyanın kahramanı kim olacak?
İnşaallah tersi çıkar ama ABD’deki Siyahiler ve diğer ezilen kesimlerden yana bir umut beslemek zor. ABD’de özgürlük ruhu yeteri kadar gelişmemiş. ABD’nin ezilenlerinin yüzyıllar boyu, bireysel özgürlüklerine, kölelikten kişisel olarak kurtulma hedefine odaklanmaları insanlığın özgürlük arayışına önderlik yapmalarını engelliyor. Orada öyle bir ruh yok. Dikkat edilirse ABD’de Filistin yanlısı gösterilerin öncülüğünü dahi, niyetleri kuşkulu ve eylemleri Trump’ın gelmesine hizmet eden Yahudiler yapıyordu.
ABD’nin Siyahileri öyle ahım şahım Filistin yanlısı gösteriler yapmadılar. Gösterilere katılanların bir kısmı da ya Müslümandı ya da İslam’a sempati duyuyordu.
Güney Afrika’daki gelişmeler çok daha umut verici. Güney Afrika, Trump ve Elon Musk’ı tanıyor, dünyanın bu ikili tarafından yönetilmesi durumunda neler yaşayacağını biliyor. Bundan dolayı daha uyanık.
Lâkin olması gereken İslam dünyasının özgürlük davası önderliğini elden bırakmaması ve özgürlük arayışı şemsiyesini, köleleştiklerinin farkında olan ya da olmayan bütün insanları kapsayacak şekilde geniş tutmasıdır.
Müslümanlar, Anglo-Sakson köklere sahip siyonist-Evanjelist Trump ideolojisinin insanlık için oluşturduğu tehdidi başta Avrupalılar, Kanadalılar ve Güney Amerikalılar olmak üzere duyurmak ve insanlığın bu zulüm karşısında elinin kolunun bağlı olmadığını duyurmak zorundadırlar.
Bunu hakkıyla yapmak, mücadelenin biçimini belirleyecektir. Mücadelenin biçimi belli olduktan sonra insan unsuru olarak kahramanları kendiliğinden belirmeye başlar. Zira biçim kılavuzdur ve insan, kılavuzunu bulduğunda yerinde durmamak gibi kadim bir huya sahiptir.