Dış güçler, azınlıkların dostu mu?

İslâmî yönetimle beşerî yönetimler arasındaki en önemli farklardan biri, İslâmî yönetimde temel hakların güç ve taleple ilişkilendirilmemesidir.

Beşerî sistemler, insan haklarını güç ve taleple ilişkilendirirken İslam, kişilerin gücü ne olursa olsun ve talepleri söz konusu olsun veya olmasın onlara haklarını verir.

Beşerî nizamların insan hakları açısından en ilerisi kabul edilen bugünkü Batı düzeni dahi, neredeyse bütün insan haklarını ancak bir mücadele ile tanımıştır. İslam ise ilk günden kişileri hem haklar konusunda bilinçlendirmiş hem onlara haklarını bir mücadele söz konusu olmaksızın sunmuştur. Hatta İslam’da istemeyi bilmeyene özellikle ulaşmak söz konusudur.

Bu gerçeği unutan azınlık unsurlar hep zararlı çıkmıştır. Bunun ilk örneklerinden biri Mervanilerin yıkılmasından ve Büyük Selçukluların iç çekişmelere sürüklenmesinden sonra Urfa’yı ele geçirip Haçlılara teslim eden Ermeni Toros’un yaşadıklarıdır.

Toros, İslam dünyasının içinde bulunduğu karışıklığı ileri sürüp şehrin anahtarlarını Haçlı reisine şenliklerle teslim eder. Kendince dindaşının adaletine güvenir. Oysa Haçlı reisi şehre tam hâkim olduğunda Toros’u damdan atarak eziyetle öldürür. Aynı şekilde İstanbul’dan Urfa civarına kadar Haçlılara kılavuzluk eden Ermeni de Haçlılar tarafından paramparça edilmiştir.

Ermeniler, bu acı vakadan yaklaşık yüz elli yıl sonra bu kez Moğollarla iş birliği yapıp buna karşılık Kudüs’ün kendilerine verilmesi sözünü aldılar. Ama Moğollar Aynicâlût ve Humus’ta yenildiğinde ihanet ettikleri Müslümanların ellerinde kaldılar.

Haçlı ve Moğol tecrübesi, İslam alemindeki Hıristiyan azınlıklara büyük bir ders oldu. Hıristiyan azınlıklar yüzyıllar boyu, bundan aldıkları dersle Millet-i Sadıka oldular. 16. Yüzyıldan itibaren güçlenen Avrupalılar, Hıristiyan azınlıkları müttefik bilip önce Katolikleştirme ve Protestanlaştırmaya çalıştılar. Bu çalışmalar, azınlıkları böldü, iç çekişmeye sürükledi, onların acılarını artırdı ama onların bir derdine deva olmadı.

Bunun bilincinde olan azınlıklar, İslam Şeriatının azınlıklarla ilgili hükümlerini Osmanlı hukuk sisteminden çıkaran Tanzimat Fermanı’na karşı çıktılar, biz Şeriata razıyız, dediler. Bu yüzden Batılı güçler, Meşrutiyet yıllarından itibaren özellikle aktif Ermeni azınlığı laikleştirerek kendilerine bağlama yoluna gittiler. Ne var ki laikleşme, Ermeni azınlığı değerlerinden uzaklaştırdığı gibi, onun Anadolu’da tarihten silinmesine de yol açtı.

Cumhuriyet Dönemi’nde Türkiye, katıksız bir Batılı sisteme geçerken gayrimüslim azınlıklar, yüzyıllardır yaşadıkları Anadolu’yu terk ettiler. Batılılar, özellikle Ermeni azınlığı kışkırtmaya devam ettilerse de sahada oyunlarına alet edecekleri kadar Ermeni dahi bulamadılar.

Sahada oyuna getirilecek Hıristiyan azınlık bulunmayınca Batılılar, 1980’li yıllardan bu yana etnik ve mezhepsel azınlıklara oynuyorlar. Onlara her tür haklarını verme vaatlerinde bulunuyorlar.

Peki, yüzyıllar boyu Hıristiyan azınlığı oyunlarına alet ederek mahfeden dış güçler, mezhepsel ve etnik azınlıklara haklarını verebilirler mi? Bir de şöyle soralım: Mezhepsel ve etnik azınlıklar, bütün haklarını alırlarsa Batı, onları oyunlarına alet edebilir mi? Öyleyse Batı, neden onların hak arayışlarını desteklesin?

Hayır, Batı’nın azınlıklar için hak talep ettiği yok. Batı, azınlıkları öne sürerek hâkim toplumları hizada tutmak istiyor.

Batı, azınlıkların haklarını hâkim toplumlara istediğini yaptırıncaya kadar dayatır; hâkim toplumlardan istediğini alınca onları hâkim toplumlarla baş başa bırakır.

Acı da olsa gerçek budur.

foto
Yazar: Abdulkadir Turan
YORUM YAPIN(üye olmadan da yorum yapabilirsiniz)
Yorumla
İptal