Artık iyice anlaşılmıştır ki ey Ebu Ubeyde, size düşen şehadet, bize düşen de ticaretmiş.
Siz ölümün bütün çeşitlerini tadarak durmadan şehadete yürüdünüz ve yürüyorsunuz; yukarıdan bombalanarak, yıkılan beton yığınlarının altında kalarak, yanarak ölüyorsunuz, hayatta kalanlarınız açlıktan, susuzluktan, salgınlardan ve ilaçsızlıktan öldükçe ölüyor. Dört bir yandan ölüm üzerinize üzerinize geliyor. Önceki dönemlerinizi unuttuk ama iki yıldan bu yana bütün günleriniz şehadetle dolu.
Size düşen şehadet iken bize de önceleri hitabet düşmüştü, biz de sizin şehadetiniz üzeri konuştuk, yazdık, nutuklar çektik. Fakat aslında bizim yaptığımız ticaretmiş, ticaretin ta kendisi ey Ebu Ubeyde!
Ne yapalım, biz de bunu iyi biliyormuşuz. Biz de bunun her çeşidini yapıyoruz. Büyüğümüzle, küçüğümüzle, zenginimizle, fakirimizle bize düşen bu ticaret görevimizi yerine getiriyoruz. Gemilerimizle, tırlarımızla, tankerlerimizle hem de sizi katledenlerle ara vermeksizin ticaret halindeyiz. Fakirlerimiz de gücü nispetinde bu ticaretten geri kalmıyoruz, poşetlerimizi doldurarak evlerimize, mutfaklarımıza sizin katillerinizin ürünlerini taşıyoruz.
Ey Ebu Ubeyde, doğrusu şu son seslenişin bizi iyi sarstı, şaşırıp kaldık ne yapacağımızı bilemedik. Bizi hasım ilan etmişsiniz. El haak doğru, biz bunu hak ettik. Kıyamet günü Gazzeli mazlumların karşısına hasım olarak çıkmaktan biraz ürperdik. Ama hep olduğu gibi bunun etkisi de geçmeye başladı yavaş yavaş unutuyoruz ve yine en iyi bildiğimiz ticaretimize dönüyoruz.
Ne acı bir şey! Düne kadar kendimizi sadece aciz, elinden bir şey gelmeyen zavallılar olarak görüyorduk. Ama bugünden sonra Gazzelilerin hasmı, kıyamet gününde Gazzelilerin yakalarından yapışacağı, Allah’a şikâyet edeceği insanlar oluverdik.
Allah’ım! Böyle bir konumdan kurtulmanın yolu neyse bizlere gösteriver! Kıyamet günü Senin huzuruna bu şekilde varmanın dehşetini bize bu dünyada iken gösteriver ve bu zilletten kurtarıver!