“Ben Müslüman olursam bana ne var?” dedi Ebu Leheb. Peygamber Aleyhisselam da “Diğer Müslümanlara ne varsa sana da o var” buyurunca Ebu Leheb öfkeyle; “Beni şunlarla aynı tutan dine yuh olsun!” dedi ve gitti.
Ebu Talip vefat ettiğinde Peygamber Aleyhisselam himayesiz kalmış, bazı kişiler Ebu Leheb’e giderek “Yeğenin şimdi himayesiz kalmış durumda, sen onun amcasısın, baskı ve hakaretlere karşı korumak sana düşer” demişler, o da bir an için Müslüman olmayı aklından geçirmişti ama beklentileri vardı, çünkü kendisini sıradan birisi olarak görmüyordu, onun için “Ben Müslüman olursam bana ne var?” demişti.
Nedense Asr-ı saadetteki bu sahne günlük hayatımızda arada bir gözümün önüne gelir.
Sosyal hayatımızda şahit olduğumuz bazı sahneleri elbette çok keskin çizgilerle iman küfür çizgisiyle değerlendirip birilerini Ebu Leheb’in yerine koymuyoruz, ama benzetmeden de edemiyoruz.
Özellikle seçimlerden başka bir şeyin konuşulmadığı günümüzde arıların çiçek çiçek dolaşması gibi o partiden o partiye koşan birilerini biraz daha yakından gözetlediğimizde maalesef Ebu Leheb’ten başkası da gözümüzün önüne gelmiyor; “Sizin partiye geçersem bana ne var?”
Kendi partisinde yıpranan veya aradığını bulamayanlar başka partiler vasıtasıyla bir şeyler elde etmenin yolunu arıyorlar.
İşin acı tarafı da bu tip siyasetçilere kucak açanlar böylelikle siyasi hayatın yenilenmesinin önünü tıkıyorlar, insanımızı siyasi miadı dolmuş dinozorlara mahkum ediyorlar.
Aslında “Ben Müslüman olursam bana ne var?” karakteri sadece siyaset dünyasına has değil; bürokrasi, akademi, medya, spor ve iş dünyasında da kendisini gösterir.
7 Ekimden bu yana Gazze’den başka hiç bir şey yazmamaya, konuşmamaya söz verdiğim halde bugün böyle bir konuya girdiğim için beni bağışlayın.
Ama şu var ki, bugün belediyeleri konuşuyor olsak da hiçbir şeyi Gazze’den ayrı düşünmüyoruz, belediyeler çapında Gazze için neler yapılabileceği bizim asıl derdimizdir.
Selam ve dua ile.